Bayandan otomobil yazısı

 Bayandan otomobil yazısı

BAYANDAN ARABA ALMA MACERASI
Otomobil kullanmayı çok sevmekle birlikte nedense arabalarla ilgilenmek bana futbol gibi sıkıcı bir his vermiştir.
Modern psikiyatrinin babalarından Lacan’ın rüyada araba görmeyi “tatmin edilememiş cinsel dürtüler” olarak yorumladığını, dolayısıyla erkekler için arabanın oidipal meseleler içerdiğini, kadınların belki de bu yüzden konudan uzak olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz.
Fakat iş başa düşünce bu kez ilgilenmek durumunda kaldım.
Efendim, bendenizin bir Honda Civic’i vardı. İyi kötü kullanırdım. Park ederken biraz vurdulu kırdılı davrandığımı da itiraf etmeliyim.
2008’den beri saat gibi çalışmıştı. Ayrıca içinin genişliği, koltukların rahatlığı, filanı falanıyla fiyatının üzerinde bir hizmet sunmuştu. Orta seviyede bir araç neticede.
Fakat artık bu sene biraz sıkıldığımı fark ettim. Bir de ön taraftan langur lungur sesler gelmeye başladı. Yani sanki araba bolardı.
Ben de değiştirmeye karar verdim.
Biraz daha üzerine para koyup bir tık daha üst araba alayım dedim.
Konudan anlamadığım için derhal meseleyle ilgili arkadaşları aramaya başladım.
Kadın arkadaşların garantici olanları Volkswagen önerdi. Onların da babaları önermiş. Yani yola Volkswagen’le başlamış oldum.
Orada çalışan bir arkadaşım vardı, onu aradım, servis desteği yapabileceğini, fiyatta da belki bir tık indirim yaptırabileceğini söyledi.
Volkswagen’e gittiğimde Tiguan’ı tavsiye eden bir kız arkadaşımın sözünü dinleyip araca bindim. Jeep almaya hep utanmışımdır fakat bu başka bir şeydi. Hastası oldum. Hatta o sırada telefonda arabalarla ilgili konuştuğum arkadaşa “Tamam moruk, benim almam gereken araba bu, vaaooww işte konfor budur!” dedim. Fiyatına baktım, 345 bin lira civarı bir şey yazıyordu. Nassı yani?
Meğer Tuareg’e bakmışım. Dötün dötün arabadan inip “Yani henüz bu benim arabam değilmiş” dedim arkadaşa. Çok acımasız kahkahalar atıyordu ama çok alınmadım.
Sonra Tiguan’a bindim. Test sürüşü yapmadım fakat içi bana Caddy gibi bir his verdi. İçinin konforu (Tuareg kadar olmasa da!) o parayı; 80 bin liraları hak etmiyordu. İçimdeki his bu aracın hissi değildi.
Passat’lara baktım ama çok iriydiler ve bir de çok pahalıydılar abi.
Satış elemanları gayet ilgiliydi. Fenerbahçe Stadı’nın altındaki bayiden baktım, belki Pazar gününün de etkisiyle azıcık halsizlerdi fakat yine de şefkatle ilgilendiler. Fakat şu an almaya karar versem ancak üç ay sonra elime geçeceğini söylediklerinde de almamak için güzel bir sebebim vardı. Beklemek bana göre değildir. Zaten Volkswagen de içime sinmemişti.
Ertesi gün bu dergiyi çıkaran Süreyya’yı aradığımda Mini’ye bakmamı, tarzının bana yakışacağını söyledi. Ben de baktım. Kalamış’taki yerinde.
Oğlum Memo tam bir Mini fan’i. Hastası oldu. Test sürüşündeki performansı gayet güzeldi. Countryman S kullandım. Süspansiyonu sertçe bir arabaydı ama Mini olunca işler değişiyordu elbette. Ne bileyim, belki başka arabada olsa batardı ama bu sert süspansiyon bu arabada hoş duruyordu. Yol tutuşu çok iyiydi. Seri bi arabaydı. Fakat içinin konforu 75 model kaplumbağa hissi vermişti, ki, onu da beş sene kullanmıştım gençken, hevesimi almıştım yani.
Mini’yi sevmiştim fakat istediğim tam olarak bu da değildi. (Ali Ağaoğlu gibi olmuştum: Bu da değil!)
Sanki o parayı biraz tarz olsun diye veriyormuşuz gibime geldi. Ama oğlum o kadar sevmişti ki büyük ihtimalle onu alacaktım.
Ertesi gün Süreyya’ya tekrar sordum; öyle iki araba bakıp hemen almayayım, başka neler var diye. Bana Volvo’nun daha yeni V40’ı çıkardığını söyledi. Altunizade’deki bayiinin önünden geçerken hemen uğradım. Sadece süper ilgili ve güven veren satış elemanlarının nezaket ve samimiyeti için bile alınabilecek olan V40’ı test ettim. En güzel yanı da test sürüşü için randevu gibi kıyametlerin kopmamasıydı. Beş dakika içinde Çekmeköy yolundaydım.
Aracın ataklığına diyecek kelime yoktu. Fakat sanki direksiyon motora göre küçükmüş gibi o hızda idare etmesi zordu. Biraz helikopter kullanma hissiyatı gibiydi (kullanmışlığım vardır.)
Ayrıca ön konsol bana çok tatminkar gelmedi. Ses yalıtımı da o kadar iyi değildi açıkçası. Volvo denildiğinde karşıma tok bir yalıtım, yerçekimsizlik hissi veren rahat koltuklar ve pofur pofur doyurucu görsellikte ön konsol çıkacak sanmıştım fakat Renault Megane tadında bir arabayla karşılaştım. Elbette 180 beygirli bir araba oluşu çok nefis kaçış sağlıyordu fakat arabanın performansı kadar, içinde yaşadığım hissiyata para vermek istiyordum. Ayırca o performansa göre araba hafif gelmişti.
Dolayısıyla V40’ta içime sinmeyen bir şeyler vardı. Yani onu alacağıma mis gibi Honda’mla devam ederim yola diye düşündüğümü hatırlıyorum Sarıgazi okunun yanında.
Opel’e, Chrysler’e, Mitsubishi ve Suzuki’ye de baktım. Kafamda onları almak olmadığından, üstünkörü göz attım diyebilirim. Yaklaşık on dakika.
BMW 1 Serisi’ne gittim sonra.
Derken arabalardan çok feci anlayan, lego gibi baştan sona arabayı tekrardan yapabilecek mühendis bir arkadaşı aradım.
Mini mi, BMW 1 serisi mi, Volkswagen mi diye sordum.
BMW 1 Serisi’ni kafadan reddetti. Bu fiyatlar içinde Mercedes A AMG’yi neden denemediğimi sordu. Dizel olursa hem çok az yaktığını, belki manuel vites olacağını ama zaten şehir içinde çok yol yapmadığım, uzun yolda kullandığım için hiç zorluk yaşamayacağımı söyledi.
Bana Mercedes hep kalantor müteahhit arabası gibi gelmiştir. Derken, Mercedes-Benz A Serisi, BMW 1 Serisi tadında bir spor araba çıktı.
Mercedes’i sorduğum bütün arkadaşlarım “Ayça’cığım, Mercedes Mercedes’tir” dediler.
Ben de soluğu Mercedes bayiinde aldım!
Mercedes’le kendilerini özdeşleştirmiş satış elemanlarının biraz Volvo’nun elemanlarıyla arkadaşlık etmeleri gerekiyorsa da, neticede alacak olduğumuz arabayla ilgilendik daha çok.
Test sürüşü yapmak istediğimde merkezden araç istemek için telefon açan satış elemanı kız arkadaş, test aracının bile satıldığını duyunca çok şaşırdı. E haliyle ben de.
Ellerinde hiç Mercedes A Serisi olmadığını, en erken iki aya getirebileceklerini duyunca içim sıkıldı. Fakat o da nesi, ellerinde bir adet dizel manuel A180 var! Bir kadın biraz önce düz vites almaktan vazgeçmişti.
Forumlardan gürültü yaptığına, iç malzemesinin plastiğinin çok kaliteli olmadığına dair eleştiriler okumuş olsam da, dükkanda A Serisi’nin içine binip kapıyı kapattığımda aracın kapılarının ağırlığı ve kapatma hissinin bile şimdiye kadar bindiğim bütün araçlara on bastığını görüyorum.
İşte araba böyle bir şey!
İçinin kokusu bile farklı.
Koltuklar ultra rahat ve kendimi darlanmış hissetmedim.
Arka koltuktan bizim oğlanın ne hissedeceğine bakmak üzere arkaya otururken kafamı kapıya çarpıyorum zira girişi dar yapılmış. Ama henüz 12 yaşında, kafayı çarpmaz, binecek olanlar düşünsün. Ayrıca oturduktan sonra oldukça geniş ve çok da rahat.
İç konfor çok çok içime siniyor.
Bir tek beni manuel vites düşündürüyor fakat maalesef dizellerde otomatik yok. Biz de yurt dışına arabayla çıkan bir aileyiz ve uzun yol için çok önemli değil diye kendimi avutuyorum.
Henüz test sürüşü yapmadım ama ufak bir miktar kaparo verip dükkandan ayrılıyorum.
Nedense Merso’ya güveniyorum.
Yine de bu, yarın test sürüşü yapmayacağım anlamına gelmiyor.
Ha, bu arada, kendi aracımı da bayiye verip takas edeyim diyorum ama Mercedes’in verdiği fiyat 25 bin tl. Sonra Sahibinden.com’a ilan verip 27 bine satıyorum. (Yani henüz satamadım, yarın trafikten gidip üzerindeki bilmem ne borçlarını kaldırtmam gerek, ufff ne sıkıcı işler yaa…)
Şimdi üzerine 53.500 daha koyup Mercedes’i alacağım sanırım.
Bakalım, yarınki test sürüşünden de geçerse bütün bu maceranın şampiyonu Merso olacak.
İlk işim, şöyle müziği açıp İzmit’e doğru gitmek olacak.
Tabii 110 km’den sonra ses yapıyor diye korkutuyorlar ama artık en olmadı benim emektar Honda ile gideceğim. Az kahrımı çekmedi bizim Japon.
Bakalım, dananın kuyruğu bugün yarın kopacak.
İyi kaçan günler dilerim.