BMW 1502 (1975)

 BMW 1502 (1975)

Çocukken dikkatimi en çok çeken otomobillerden birinin daha içindeyim. BMW 1502… O zaman sportif ne demek, coupe ne demek, hatta, hız, güç, performans ne demek hiçbirini bilmezken, yaş 5, 6 iken büyüsüne kapıldığım ilk otomobillerden biri bu. Zaten kaç taneydi ki, bir önünde yıldız taşıdığından diğerlerinden hemen kolayca ayırdığım Mercedes-Benz, bir minicik Honda Civic, bir Mini’cik! Zaten her yer Amerikanlarla doluydu, gür gür gür diye dolaşırlardı… Bu da burnunda takılı kemer tokasıyla (!) aklımda yer etmişti o en popüler olduğu yıllarda… Sarılığı da hiç aklımdan çıkmamıştı yıllarca Göztepe’de o ilk gördüğümün, hala ismi geçtiğinde aklıma hep o sarı rengiyle gelir ilk olarak. BMW’nin 1960’ların başında klasizmden modernizme, dahası dinamizme geçişini ifade eden Neue Klasse (new class) döneminin başlamasıyla gerçek bir dönüşüm başlıyor. Sonu 1970’lerin sonunda bugünün BMW’lerini yaratacak ilk basamak olan, gerçek bir ekol olan 3 Serisi’nin doğumuna kadar uzanacak olan…

Bayerische Motor Werke!
1962’deki 1500, 1964’teki 1800, 1966’daki 2000 gibi dört kapılı sedanlarla geçilen dönem, BMW’nin hem model tasarımını hem tekniğini yepyeni bir düzleme oturttuğu bir geçiş dönemiydi. Sanki bütün hazırlıklar 1968’de başlayan 2002’ye hazırlıkmış gibi.. Bu dönem BMW’yi butik üretici konumundan mass otomobil üreticisi konumuna taşıyan bir dönemdi. Düşünsenize, BMW’nin yılda en çok 140 bin otomobil ürettiği dönemleri…Bu seri bile 1966-1977 arası 440 küsur bin adet üretilmiş hepsi hepsi… O dönemin en kaydadeğer coupelerinden Karmann tasarımı 2000 C/CS versiyonları 1975’e gelindiğinde 5 Serisi’ne ve daha da ilerde 6 Serisi’ne doğru evrim geçirecektir… Evet, biraz karmaşık ama uzun BMW tarihinin belki de yolunu çizen, bugünkü organizasyon şemasını belirleyen özel bir dönemdir bu.. Gerçi kimi kaynaklar 2002’nin 1966’da üretilmeye başladığını iddia eder ama 1600 ile karıştırıldığı da çok olmuştur. Bir coupe olarak 1968’de çıkar 2002 yollara. Hemen her marka sabit akslı süspansiyonlar kullanırken bağımsız süspansiyonlu, McPherson salıncaklı, dahası dillerden düşmeyen, BMW’nin adını bilinçsiz kullanıcılarda “100 binde biter” diye kötüye çıkarmasına yol açan, aslında muhteşem dört silindirli M10 motorla donatılmış modeller serisinin çılgın coupesi 2002… Burada BMW’nin açılımını tekrarlamak isterim, Bayerische Motor Werke… (Bavyera Motor Fabrikası) Bunları neden anlattım, 2.0 litre motorlu 2002’nin 1.6 litre motorlu ekonomik bir versiyonu 1502 de ondan… Aynı familyanın ekonomik ama “cıva gibi” delikanlısı… Farkı motorunun daha sakin, biraz daha düşük güçlü, düşük sıkıştırma oranlı olmasında… Aksesuarları ise fiyatla bağlantılı zaten…

Made in Germany!
Yaşına göre hiç de fena durumda değil bu 1502. Ne mıncıklanmış ne kapsamlı restorasyona alınmış… Burundaki tek yuvarlak farlar, kenarındaki arkaya uzanan sinyaller, günümüz BMW’lerinin ne kadar geçmişine bağlı olduğunu gösteriyor bana. Bu sinyaller bir önceki, yani E60 kodlu 5 Serisi’nde modernize edilmiş olarak görmemiş miydik? Kökeni anlaşıldı işte o tasarımın… Otomobil hayli küçük, yaşıtlarından Fiat 124 kadar, bugün yerini alan BMW modeli olarak da ancak 1 Serisi kadar… Sadelikten fenalık geçiren bir tasarım, tıpkı 124’ünkü gibi, baka başka trickler var ama işin içinde… O dönemler o kadardı, ihtiyaçtan fazlası ancak daha üst segmentlerde azar azar sunuluyordu. O da her markada değil… Hani bugün zoraki tanımlar çıktı ya, “coupe görünümlü sedan” ya da “dururken bile dinamik görünen” vs vs… Alın size öne doğru atılmış, dinamik, gerçekten o “dururken bile gider gibi görünen” tasarım! Dışında bakılacak çok şey var ama içine yerleşmek için içim gidiyor. Bir depo kapağı var ki, 1970’leri geri getiriyor anında… Üzerinde BMW yazıyor, safkan alüminyum, bugünkü plastik kapaklarla, kromaj süsü verilmiş plastiklerle ilgisi yok… Birçok diğer unsur gibi gerçek. Otomobil taşıyan bu jantlar, 70’li yılların karakteristik BMW figürlerinden… ’80’lerin ilk yarısına kadar popülaritesini kaybetmemişlerdi. İçeri eğilip kaputu açıyorum, ilginç bir mandal sistemi var, hiç öyle telli filan değil, iki kapının buruna bağlandığı noktadan kilitleri açabilen bu mandal, tersine açılan kaputa vizeyi veren makam:) Safkan mekanik! Otomobilin elden ele dolaşmadığı belli, yaşı itibariyle boyanmış ama daha kaput içinde üretim stickerları bile duruyor… M10 motoru görmek istiyorum önce. BMW klasiği olarak sağa yatık, uzunlamasına 4 silindirli bu 1.6 litrelik düşük sıkıştırma oranlı motor. Dikkatimi “Made in Germany” yazısı çekiyor. 1975’te üretilmiş bir otomobil bu. Ama o kadar kopmamışlar ki doğudan, W. Germany değil, sadece Germany yazılı… Bu arada üzerinde tepsi gibi hava filtresi kabını taşıyan Weber karbüratörü görmeyeli kaç yıl olduğunu hesaplamaya çalıştım, “deli misin, atlasana 1502’ye” diye kendimi ikna ettim ve kaputu indirdim, mandalı sıktım:) Malum riskli yapı zaten, çarpışmalarda kabini “biçiyor” diye vazgeçilmişti ters kaputlardan…

En uzun anahtar
Artık zaman yitirmeden yerleşiyorum koltuğuma, önüme gayet minimalist enstrüman tablosu… O kadar şirin ki, kullanmaya kıyamazsınız. Ne BMW’nin ’80 ve ’90’lardaki o sürücüye dönük kokpitleriyle ne bugünkü 1500 küsur fonksiyonlu teknoloji üssü kumanda merkezleriyle ilgisi yok. Her şeyden olması gerektiği kadar var. Gösterişsizce ama stille… Kemik direksiyon artık 35 yıldan sonra çatlamış… Şu yalın tasarıma saygı duymak gerek… Dönemin trendlerinden çekilerek açılan, itilerek kapatılan far, rezistans düğmeleri… Çakmağa bakın siz, sigaranın gözde olduğu o günlerde en üste, sanki 4’lü ikaz düğmesiymişcesine göz önüne, el altına yerleştirilmiş… Göstergeler, formika ahşabın içine yerleştirilmiş, hiç bugünküler gibi suni durmuyor, sanki meşe kaplı:) Devir saati de o yıllarda her markada bulunan türden ekipman değil! Belli ki BMW’de birilerinin kanı kaynıyormuş hep… Her bir göstergenin içindeki BMW yazılarına dikkat! Havalandırma kumandaları simetrik olsun diye ikiye bölünmüş, ortada sıcak/soğuk seçimi yapılıyor. Ama yukarı aşağı yönlendirme kumandaları direksiyonun solunda. O zaman İngilizce hegemonyası yok, bütün herşey Almanca:) Bu çok önemli sahiden. Şu üretimlerden 25 yıl önce dünyayı ele geçirmenin peşinde olan Almanların bugün başka dillerde uyarılar koyması gerçekten büyük mesafe… İşte bu ticaretin gücü… Kokpitin üzerindeki çatlak, bu kadar yılda güneşin ve ısı değişikliklerinin her marka otomobillere armağanı… Bazı ekipmanlar mekanik olarak değilse de zamanla eskiyor… Direksiyonu kolonunda öyle yükseklik, derinlik ayarı yok, havayastığıysa hiç yok:) Ama dipte jigle kolu gözüme çarpıyor. Zaten 1502’yi çalıştırdığımda ilk ona uzanıyorum mecburen… Zira motor öksürüyor, “ee enjeksiyonlu mu sandın” diye gülüyor bana… Neyse ki iki kez stop edip aksıra tıksıra çalışıp 1-2 dakikada düzene giriyor… Saat gibi…Sesi biraz huysuz ama sağlıklı, belli… Kabini incelemeye devam, kapı koluna hayretler içinde bakıyorum. Ne müthiş bir tasarım bu böyle.. Kolu çekerek değil, kaldırarak açıyorsunuz kapıyı, hem de tutamağın arkasından… Çok havalı… Ya kelebek camına ne demeli? Asıl bunu görmeyeli kaç yıl olmuş, onu bulmalı… Koltukların ayar mekanizmasına da bayılıyorum. Ben ona buna bayılırken motor ısınıyor ve artık “marş” diyorum. Bu arada çalıştırma öncesi anahtar seçimi de başlı başına bir seremoni, anlatmalıyım:) Şimdiki gibi tek kart ya da anahtar zannetmiyorsunuz umarım. Kapılar için ayrı, yakıt deposu için ayrı ve kontak için ayrı anahtar var! Otomobili teslim alırken yapılan uyarıyı getiriyorum aklıma… “Unutmayın! En uzun olan kontak anahtarı!”… Direksiyonun hidrolik desteği olmaması manevralarda alışkanlıklar sonucu gülünç durumlar yaratıyor ama kullanımı çok zevkli…

Gaza basınca arkasını yere bastırıyor
BMW 1502, şaşırtıcı yumuşaklıktaki ve neredeyse anında kavrayan debriyajıyla bir kez daha şaşırtıyor beni. Sanki otomatik vitesliymiş gibi! Tamam bu ayarlanabilir bir şey, biliyorum ama 35 yıllık bir aracın şu durumda olması etkileyici geldi. Vitesler tıkır tıkır, şıkır şıkır geçiyor, nefis. Bu aksamların böyle sağlıklı olması otomobilin altımdan kaçarcasına hızlanmasını sağlıyor, o huysuz, yırtık BMW sesi eşliğinde:) 2. viteste gaza bastığımda arkası yere çöküyor, burnunu havaya dikiyor adeta ve 74 HP’lik gücü oranında hızlanıyor. Küçümsemeyin, 1574 cc’lik motordan atmosferik olarak büyük güç bu o yıllarda. Otomobilin ağırlığının da 1 tonu bulmadığını düşünersek! 0-100 hızlanması 12.5 saniye olarak açıklanıyor. BMW’nin dönemin hızlılarından olduğunu düşünürsek gerisini siz hesap edin. Ne yavaşmış dünya meğer. 1502’yi kullanırken bu kadar düzgün bir otomobil bulabilirsem günlük kullanır mıyım onu sorgulayıp duruyorum. Virajlara giriyorum, girdiğim gibi çıkıyorum, izine sadık otomobil. Müziksiz yaşayamam ama otomobilde radyo bile olmamasını çok sonra fark ediyorum:) Beni rahatsız eden tek bir şey oluyor, frenler çok geç gücünü hissettiriyor. Fren pedalının stroğu fazlasıyla uzun, “durmayacak mı acaba” derken duruveriyor… Belli ki yılların yorgunluğu yansımış fren merkezine, bir elden geçirilmesi gerekiyor. Yarım güne yakın 1502 ile şehri turlayıp tadına varıyorum, inesim gelmiyor. Sadece mekanik olduğu zaman sürüşün keyfi bambaşka oluyor. Bunun sürüş keyfi böyleyse 2002 Turbo’yu hayal edemiyorum, kullanmak gerek.


Dikkatinizi çekmiştir, BMW 2002 ve Mercedes-Benz 230’ları toplayıp parti parti dolaşan genç kuşağın yarattığı bir trend var bugün. Çok takdirle, çok özenerek izlediğim… Bu otomobil bende gece de kalsaydı kesin onun da testini yapacaktım ama artık bunu bir dahaki sefere programlayarak 2002 ile yapmaya bırakıyorum. 1502’yi de arşivimdeki en keyifli yerlerden birine yerleştiriyorum.