F-104

 F-104


Mustafa çocukluğundan beri uçaklara çok meraklıydı.Köyün üzerinde uçuşlar yapan o zamanların popüler uçak modeli F 104 savaş uçağına bayılırdı. Uçağın sesini duyunca işi gücü bırakır onu seyretmeye dalardı. Bu uçaklara pilot olmayı da çok istemesine rağmen ilkokuldan sonra köy işlerine daldı, okuyamadı.
Köye ilk alınan traktör Mustafa’larındı. Elden düşme olarak aldıkları bu Massey-Ferguson’a Mustafa gözü gibi bakardı. Onun filtrelerini söker takar temizler, kayışını değiştirir, patlayan lastiklerini onarırdı. Bu işleri de Balıkesir’de tamircilik yapan amcasından öğrenmişti. Amcası zaman zaman tarlalarındaki mahsulleri kontrol etmek için köye geldiğinde Mustafa mutlaka onu yakalar, traktör üzerinde beceremediği işleri ona sorarak öğrenirdi.

Mustafa’nın F 104 merakı traktörde de kaput üzerine suluboya fırçasıyla ve beyaz yağlıboya ile yazdığı “F 104” ibaresiyle kendisini gösteriyordu. Köylülerden pek çoğu Mustafa’ya “bu fe 104 ne demek Mustafa?” diye sorar ve F 104 yazısına bir anlam veremezdi.
Mustafa aynı zamanda iyi de bir traktör sürücüsüydü. Kendi işlerini hallettiği gibi şehre gidecek gelecek işleri de, köy içerisinde yapılacak işleri de hiç karşılık beklemeden çabucak hallediverirdi.
İlerleyen zamanda köye birkaç tane daha traktör geldi. Mustafa nasıl olsa kendi traktöründen alışıktı ya, evlerinin arkasındaki eski ahırda onların da ve hatta civardaki köylerdeki traktörlerin de işlerini yapmaya, yağlarını tamamlamaya, arızalarını gidermeye başladı. İlk işlerinden kazandığı paralarla birkaç yeni anahtar ve kriko da aldı. Uzun lafın kısası köyün traktör tamircisi oldu. Parça gerektiren işleri ya Kepsut’a çalışan minibüse tembihler ya da kendisi gider Balıkesir’den alır gelirdi.
Akşamları da evde kardeşlerine halı dokumaya yardım ederdi. Onların yöresinde Yağcıbedir halısı dokunurdu çünkü. Bu halıları dokumak çok uzun zaman alsa da satıldığı zaman iyi para ederdi. Köye bu halıları satın almak için İstanbul’dan yaşlı birisi gelir, çatır çatır pazarlık ederek halıları peşin parayla toplar giderdi.
Mustafa da bu adamın arabalarını çok beğenirdi. Bir defa geldiği arabayla bir daha geldiği de olmazdı. Mutlaka da yeni bir arabayla gelirdi.
Kış geçmiş artık Balıkesir Ovası yeşermeye başlamıştı. Havalar da çok güzeldi. Mustafa’nın köyde iş yapmak canını sıkıyor, zaman zaman kendisine bir iş uydurup Balıkesir’e amcasının dükkanına gidiyordu. Çünkü bu dükkana sadece otomobiller geliyordu ve onların sistemleri Mustafa’nın traktörlerine göre farklıydı.
Amcası da Mustafa’nın bu merakını bildiği için ona gelen arabalar üzerindeki karbüratör, distribütör gibi parçaları izah ediyor ve hatta basit arıza tespiti usullerini öğretiyordu. Aslında Mustafa da köydeki monotonluktan sıkılmış olmasından dolayı bu dükkanda çalışmak istiyor ancak babasından çekiniyordu. Mustafa buraya transfer olursa köydeki tarlalar ne olur, işleri kim yapardı.
Geçen yıl ektikleri buğdaylar çok para etmediğinden o yıl bezelye ekmişlerdi. Bezelyenin iyi para edeceği söyleniyordu. Ama bezelyeler de çok bakım ve ihtimam istiyordu. Mustafa’nın ömrü sabahtan tarlada bezelyelerle ikindi vaktinden sonra da evin arkasındaki ahırda traktörlerle uğraşmakla geçiyordu.
Nisan ayında bir gün köyün beklenen misafiri olan halıcı çıka geldi. Halıcı bu defa açık mavi metalik boyalı 1985 model bir Doğan ile gelmişti. İlk defa yerli bir otomobil ile geliyordu. Daha önceleri mutlaka Chevrolet, Ford ya da Plymouth gibi geniş ve ağır arabalarla gelirdi.


Araba köyün yoluna girer girmez girişteki evlerden fırlayan küçük erkek çocukları arabanın arkasından gelen toz bulutuna dalıp köy kahvesine kadar arabanın peşinden koşturmuşlardı.
Halıcının geldiğini duyan köy sakinleri evlerine koşturup dokudukları halıları ile kahveye geldiler. Pazarlıklar başladı. Halıcı bazılarını beğenmedi, bazılarına çok ucuz paralar verdi. Mustafa’ların dokuduğu iki halıyı da beklediklerinden düşük bir fiyata kapattı. İddiasına göre Yağcıbedir halısı artık İstanbul’da tutulmuyordu.
Halı alışverişi bitince ihtiyar halıcı halılarını arabaya yerleştirip demli çaylar eşliğinde kahvede sohbetine devam etti. Bizim Mustafa bu sohbete iştirak edebilecek yaşta değildi. Bir de bu ihtiyarlar çoğunlukla siyasetten konuşuyorlardı. Mustafa siyaseti sevmezdi.
Mustafa da arabayı incelemeye koyuldu. Araba kahvenin önüne geldiğinde halıcı stop edip inmesine rağmen bu arabadan motor sesine benzer bir ses gelmiş, ama biraz sonra susmuştu. O zamana kadar fanlı bir motor görmediğinden buna bir anlam verememişti.
Mustafa yerli otomobilleri severdi. Ama bu otomobil yerli otomobiller içerisinde biraz daha prestijliydi. Mesela ön camları elektrikliydi. Ön kapı açılınca bütün kapıların kilidi açılıyordu. Koltukları daha bir lükstü. Ön farları kocaman, boyası da metalikti. Ayrıca beş vitesli bir şanzumana sahip olduğu vites kolu üzerindeki şemadan görünüyordu.
Kapıları açıktı ama binip içine bakmaya cesaret edemedi. Bir gün belki ben de böyle bir arabaya sahip olurum diye hayal kurarak kahveden ayrıldı, halının parasını az bulsa da yine de paraya çevrildiğine memnun olarak evin yolunu tuttu. Parayı annesine teslim edip traktörle tarlaya doğru yollandı.
Halıcı da son çayını da içtikten sonra Doğan’ına bindi. Kahvenin arkasında kıvrılarak aşağıdaki şoseye inen bir yokuş vardı. Buradan tozu dumana katarak şoseye doğru yöneldi. Aslında halıcı eskiden hep direksiyondan vitesli Amerikan arabaları kullandığından bu otomobilin ufacık vites koluna uyum sağlayamıyordu. Yokuşun altına doğru da beşinci vitesle inerken yavaşlamak maksatlı olarak vitesi üçe almak istedi. Ama vites üçe değil bire geçmişti. Ayağını debriyajdan çekiverince ön taraftan hafif yollu bir uğultu geldi ve göstergede kırmızı yağ basınç ve şarj lambaları yandı. Motor stop etti.
Marşa birkaç kez bastı, çalışmadı. İnip kaputu açtı. Görünen bir şey yoktu. Tekrar marşa bastı, yine çalışmadı. Peş peşe epeyce marşa bastı ama nafile. Belki ittirsek çalışır gibi bir duyguya kapıldı. Ama kahveden epeyce uzaktaydı. Ona yardım edebilecek birilerine bakındı. Uzakta tarlada çapa yapan iki kişi gördü. Onlara doğru seslendi ama duymadılar. Kaputu kapattı, tarladakilere doğru yürümeye başladı. Sonunda sesini duyurdu. İki köylüden yardım istedi. Köylüler de işlerini bırakıp arabayı ittirmeye geldiler. İttire ittire şoseye kadar geldiler. Biraz da orada ittirdiler ama Doğan inat etmişti bir kere, çalışmıyordu.
Köylülerin aklına Mustafa geldi. Her ne kadar traktör tamircisi olsa da Mustafa bu arabadan anlayabilirdi. Birisi işine geri dönerken diğeri de Mustafa’yı bulmak üzere köye yollandı. Halıcı da camları açıp arabasına oturdu.
Aradan neredeyse bir saate yakın zaman geçmişti ki Mustafa, Massey Ferguson traktörünün üzerinde göründü. Önce halıcıya “geçmiş olsun” dedikten sonra amcasının gösterdiği arızacılık metodlarını uygulamaya başladı.
İlk olarak hava filtresini söktü. Eliyle gaz kelebeğini oynatarak karbüratör boğazına benzin gelip gelmediğine baktı. Pompalayınca benzin geliyordu. İkinci olarak da buji kablolarından birisini söktü. Kablonun ucunu kauçuk başlıktan dışarı çıkarıp bujinin kafasına doğru tuttu. Ve marşa bastırdı. Evet kıvılcımı görebiliyordu. Bu hareketi birkaç bujiyle daha tekrarladı. Ama ateşleme vardı.
Mustafa’nın amcasından aldığı arızacılık dersi işte bu noktada bitiyordu. Çünkü amcası “şayet bir motorda benzin geliyor ve bujiler çakıyorsa çalışmaması için başka neden yoktur” demişti”. Ama şayet bu ikisi varsa bu araba neden çalışmıyor acaba?” diye düşündü. Amcası bir de “boğulma” diye bir şeyden bahsetmişti. O olabilir miydi?
Traktörle getirdiği zinciri Doğan’a bağlayıp Mustafa’nın tamirhanesine gitmeye karar verdiler. Oraya gidinceye kadar boğulduysa bile benzin buharlaşıp araba çalışabilirdi.
Eski ahıra gelince içeride kaput açıkken tekrar marşa bastıklarında Mustafa motorun ön tarafındaki sarı plastik kapağın alt tarafından bazı sesler geldiğini duydu. Bu kapak onun traktöründe olmayan bir kapaktı. Sökse başına iş açabilirdi. Ama zaten araba bozuktu. En kötü ihtimal Balıkesir’e gider amcasını alır gelirdi. O mutlaka bu arabayı onarırdı.

Kapağı sökünce altından içi tarafı tırnaklı, kopmuş küçük bir kayış çıktı. Mustafa bunu görünce amcasının dükkanında bu kayıştan değiştirdiklerini gördüğünü hatırladı. Hatta orada amcası ile müşterisi konuşurlarken eski Amerikan’larda krank ile eksantrik milini irtibatlayan bir çelik bir de fiber dişli olduğunu, daha sonra bu dişlilerin yerini bisiklet zincirlerine benzeyen zincirlerin aldığını, zincirlerin sesli çalışmasının da araç sahiplerini rahatsız etmesinden dolayı bazı araçlarda kayışlı sistemlere geçildiğini de duyduğunu hatırladı. Kayışı halıcıya göstererek “işte arızayı buldum, bu kayış kopmuş” dedi. Halıcı bu işe sinirlenmişti. “Onca yıl eski Amerikan arabalarına bindim, hiç biri beni yolda bırakmadı. Bunu da yeni araba diye tercih ettim ama başıma gelene bak” dedi.
Bu durumda burada yapılabilecek bir şey yoktu.O kayışın yenisi olsa bile Mustafa onu takamayacağını biliyordu. Mecburen Balıkesir’e gitmeye karar verdiler. Ama vakit geç olmuştu. Minibüs ertesi sabah kalkacaktı. Halıcıya köy odasında yatacak bir yer bulundu. Arabayı da kilitleyip ahırda bıraktılar.
Sabah erkenden Balıkesir’e giden Ford Transit minibüse bindiler. Mustafa’nın amcasının dükkanı Kepsut istikametinden gelişte Marangozlar sitesinin içindeydi. Dükkana yakın bir yerde saat 10:00 sıralarında minibüsten indiler. Bu esnada Mustafa’nın bayıldığı Balıkesir’deki askeri hava üssünden kalkan F104 uçakları oldukça da yakın geçti. İkisi de başlarını kaldırıp uçakları seyrettiler.
Mustafa’nın amcası eski bir Opel’in debriyaj balatasını değiştirmiş ve şanzumanını bindiriyordu. Mustafa durumu anlattı. Amcası da onlara yedek parça acentasının yerini tarif ederek eksantrik kayışından bir tane alıp gelmelerini, kendi işinin de bir saat içerisinde biteceğini, daha sonra köye gidip Doğan’ın işini halledebileceğini söyledi.
Halıcı ile Mustafa parçayı çabucak alıp geldiler. Halıcı marangozlar sitesinde de bir işi olduğunu amcasının işi devam ederken oradan pencere kilidi vb. malzemeler alıp gelebileceklerini söyledi. Mustafa da kabul etti. Halıcı çok pazarlıkçı birisiydi. İstediği malzemeyi burada İstanbul’a göre çok daha ucuz fiyata bulmasına rağmen lafı uzattıkça uzatıyor, işi daha da ucuza kapatmak istiyordu.
Mustafa saatine baktı. Saat 11:05 olmuştu. Halıcının pazarlığından da sıkılmıştı. Tam karşıda bir yazı gördü:”Marangozlar Sitesi Lokali”. “Pazarlık sürerken oraya gidip bir çay içeyim bari” diye içinden geçirdi. Lokalin kapısında yine bir F104 sesi ve ardından çok şiddetli bir patlama duydu. Bakmak için başını kaldırmıştı ki….


5 NİSAN 1985 günü gazetelerinden…
9. Jet Ana Üssü’ne bağlı F104 tipi bir uçak dun bir eğitim uçuşundan dönerken havada alev alarak Balıkesir Kepsut Karayolu yakınlanndaki Marangozlar Sitesi Lokali’ne çakıldı. Kazada 14 kişi öldü, 21 kişi de yaralandı. Ölenlerden biri uçağın pilotu Yüzbaşı Ahmet Özcan idi. Uçağın düşmesinin hemen ardından sitede çıkan yangında bir lokanta ve kahvehane, 8 ton tiner, 6 kamyon, tonlarca kereste, 4 otomobil, 8 at arabası, 5 at, 9 dükkân tamamen, 7 dükkân da kısmen yandı. Çevrede bulunan çok sayıda konut ve işyerinin de camlan kırıldı. Dükkânların önünde bulunan çok sayıda tüp gazın da infilak ettiği belirtiliyor. Kaza, sabah 11.05’te meydana geldi. Pilot Binbaşı Oğuz Sever ve Pilot Yüzbaşı Ahmet Özcan’ın yönetimindeki Balıkesir 9. Ana Jet Üs Komutanlığı’na bağlı F104 tipi jet uçağı, eğitim sırasında arızalandı ve infilak etti. Uçağın infilak etmesinden bir süre önce pilotlar paraşütle aşağı atlamayı başardılar. Uçağın düştüğü sitede çıkan yangın, hemen yayıldı. Çok sayıda yaralı var. Şehit olan Yüzbaşı Ahmet Özcan’ın yönettiği F104 tipi askeri uçağın yanarak düşmesinin nedeni bilinmiyor.. Binbaşı Oğuz Sever yaralı olarak kurtulurken, Yüzbaşı Ahmet Özcan yüksek gerilim hatlarının üzerine düşerek öldü. İnfilak eden uçak, Marangozlar Sitesi’ndeki lokanta ve bir kahvehanenin bulunduğu lokalin üzerine çakıldı. Uçağın 120 işyerinin bulunduğu ve 2 bin işçinin çalıştığı siteye çakılmasıyla birlikte, yakınlardaki 8 ton tinerin alev alması üzerine ortalığı bir anda alevler kapladı. Her yandan canhıraş feryatlar duyuluyor, insanlar kaçışıyordu. Yangın yerine yetişen itfaiye ekipleri ve askeri birlikler, söndürme çalışmalarının kolay sürdürebilmesi için çevredeki 10 dolayındaki işyerini dozerlerle yıkmak zorunda kaldılar. Yangın, saat 15.00 dolaylarında söndürülebildi. Ardından da enkaz kaldırma çalışmaları başlatıldı. Zararın 1 milyar lirayı geçtiği tahmin ediliyor. Olayda yaralanan Pilot Binbaşı Oğuz Sever, Balıkesir Askeri Hastanesi’ne kaldırıldı. Ağır yaralı olan Ali Osman Çakıcı, Abdullah Esen, İsmail Sırabaş ve Hüseyin Birsen Kızücan, Ankara’ya getirilerek Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alındılar. Balıkesir Devlet ve SSK hastanelerinde tedavi altına alınan yaralılar şunlar: Mustafa Aydın, Çetin Güçbilmez, Mehmet Akman, Mehmet Karol, İbrahim Özdemir, Hasan Filiz, İbrahim Atak, Muharrem Gana, Tamer Eriş, Erhan Uludağ. Vehbi Dağdelen, Rıdvan Karademir ve Vahit Karabay.
Not: Yaşanmış bir hikayedir…
M.Ali Sade
2012

1 Comment

  • Çok güzel hikaye. Uzun ara vermişti M.Ali Bey ama dönüşü iyi oldu.

Comments are closed.