Volvo güvenlik teknolojisinde hedef 2020
Birçok yeni yüksek teknolojili güvenlik çözümü geliştiren Volvo Car Corporation, 2020 itibarıyla yeni bir Volvo otomobilin içerisindeki hiç kimsenin ölmemesi veya ciddi şekilde yaralanmaması hedefine doğru büyük bir adım atıyor.
Volvo Car Corporation’ın güvenlik uzmanları, gelecekte hiçbir Volvo otomobilin trafik kazalarına karışmaması hayalini gerçeğe dönüştürmek amacıyla yoğun olarak birçok çalışma gerçekleştiriyor. Devam eden bu çalışmalardan biri de 2020 itibarıyla yeni bir Volvo otomobilin içerisindeki hiç kimsenin ciddi bir şekilde yaralanmaması.
Volvo Car Corporation’ın Güvenlik Stratejisi ve İhtiyaçlarından Sorumlu Kıdemli Müdürü Jan Ivarsson, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Doğru yönde ve net adımlar atıyoruz. Gelecekteki Volvo modeller için yeni teknolojiler geliştirmeyi hedefleyen bir dizi araştırma projemiz var…”
Yeni teknolojilerin birçoğu, sürücülerin modern trafik ortamındaki davranış şekillerine uygun olarak tasarlandı. Günümüzün sürücüleri geçmişteki sürücülerden farklılar. Örneğin, ABD’deki üç farklı araştırma enstitüsü tarafından gerçekleştirilen araştırmalar, modern sürücülerin direksiyon başındaki zamanlarının yüzde 25 ila 30’unu mobil iletişime odaklanmak gibi başka şeylerle ilgilenerek geçirdiklerini ortaya koyuyor.
Araç kullanırken telefon görüşmesi yapan veya e-postalarını ya da mesajlarını kontrol eden sürücüler giderek daha yaygın hale geliyor. Bu tür durumlar sürücülerin dikkatini olumsuz etkilediğinden, yeni teknolojiler geliştirirken göz önünde bulundurulmaları gerekiyor.
Jan Ivarsson sözlerine şöyle devam ediyor: “Modern mobil toplumda gittiğimiz her yere sosyal hayatımızı da götürüyoruz. Otomobillerimiz de buna dâhil. Bizim için önemli olan, sürücüye her an ihtiyaç duyduğu desteği sağlayacak teknolojiyi yaratmak.”
>
Volvo Car Corporation’ın araştırmaları üç ana alan üzerinde yoğunlaşıyor: Aracın bulunduğu şeritte güvenli bir şekilde kalması, dörtyol ağızlarındaki ve kavşaklardaki kazaların önlenmesi ve yabani hayvanlarla çarpışmaların önlenmesi. Aşağıdaki araştırma projeleri halen devam ediyor:
• Otonom Sürüş Destek Sistemi (Autonomous Driving Support)
• Kavşak Destek Sistemi (Intersection Support)
• Hayvan Algılama Sistemi (Animal Detection)
Trafik sıkışıklıklarında otonom sürüş
Otonom Sürüş Destek Sistemi, sürücüye şeridinde kalma ve trafik sıkışıklığı oluşması durumunda trafiğin ritmine uygun hızda önündeki araçları takip etme konusunda yardımcı oluyor.
Güvenlik Fonksiyonları Bölümü Fonksiyon Geliştirme Uzmanı olan Fredrik Lundholm şunları söylüyor: “Yavaş ilerleyen sıkışık trafikte araç kullanmak birçok sürücünün günlük hayatının monoton ve sıkıcı bir parçasını oluşturuyor. Otonom sürüşe imkân sunan bu teknolojimiz sayesinde, otomobil sürücüye önündeki aracı rahat ve güvenli bir şekilde takip etme konusunda yardımcı olabiliyor.“
Araç bir kamera ve bir radar sensöründen gelen verileri kullanarak önündeki aracı takip edebiliyor. Motor, frenler ve direksiyon otomatik olarak tepki veriyor. Öndeki araç, yoldaki bir engelden dolayı ani bir hareket yapmak zorunda kalırsa, direksiyon sistemi sürücüye yardımcı oluyor ve otomobilin aynı yönde manevra yapmasını sağlıyor.
Fredrik Lundholm, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu özellik, sürücünün hayatını kolaylaştıran hatırı sayılır bir kullanım alanına sahip. İlk nesil ileri teknolojilerimiz trafik kuyruklarında düşük hızlarda araç kullanmaya yoğunlaşıyor. Otomobil, şeridinde önünde bulunan aracı takip ediyor. Öte yandan, kararı veren her zaman sürücü oluyor. Sürücü istediği zaman kontrolü ele alabiliyor.”
>
Kavşaklarda otomatik fren
Dörtyol ağızları ve kavşaklar modern trafiğin en karmaşık parçasını oluşturuyor. Aynı anda farklı yönlerden gelen birden fazla yaya veya sürücünün yolu kesiştiğinde, ciddi bir kazanın meydana gelmesine neden olan tek şey, küçük bir hata oluyor.
ABD’de 2007’de meydana gelen ölümlü kazaların yüzde 21.5’i kavşaklarda oluştu. 16 AB ülkesinde ise (İsveç hariç), 2006 yılı için aynı oran yüzde 20.6 idi.
Chalmers Teknik Üniversitesi’nden aktif güvenlik fonksiyonları konusunda doktora sahibi ve aynı üniversitede sinyaller ve sistemler uzmanı olarak görev yapan Mattias Brännström, Volvo otomobilleri için gerçekleştirilen bir araştırma projesi olan Kavşak Destek Sistemi’nin sorumluluğunu yürütüyor. Sistem trafikteki kesişim noktalarında, gerekli olduğunda sürücüyü uyarıyor ve otomatik olarak fren yapıyor.
Mattias Brännström şunları söylüyor: “Kavşak Destek Sistemi, sensörler kullanarak genel olarak trafiğin durumunu değerlendiriyor. Kritik bir durumun kaydedilmesi durumunda, sistem yıldırım hızıyla müdahale etmeye karar veriyor.”
Mattias Brännström, bu durumu bir kavşaktan sola dönen araçlardan oluşan bir trafik kuyruğunu çizerek örneklendiriyor. Yeşil ışık yandığında araçlar birbirinin ardı sıra sola dönmeye başlıyorlar. Aniden bir araç kırmızıda geçerek acil tehlike durumu oluşturuyor.
Mattias Brännström sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu durumda sola dönen araç çarpışmayı önlemek amacıyla otomatik olarak fren yapıyor. Bu anlamda Kavşak Destek Sistemi yalnızca araç sürücüsünün hatalarını değil, diğer sürücülerin ve yayaların da hatalarını telafi ediyor.”
Mattias Brännström, Volvo Car Corporation’ın güvenlik yaklaşımının otomobillerin insanlar gibi davranmasını sağlamayı esas aldığını söylüyor. Sensörler gözlerin, bilgisayarlar beynin, frenler ise kasların görevini yapıyor.
Mattias Brännström sözlerini şöyle bitiriyor: “İleri teknolojilerimizle, insanların aynı durumla karşılaşmaları ve tepki verecek zamana sahip olmaları halinde yapacaklarını yapmaya çalışıyoruz. Mümkün olduğunca çok farklı durum için destek sağlamak istiyoruz.”
Bu sistemlerin geliştirilmesi için gerekli verileri toplamak amacıyla, dünyanın dört bir yanındaki farklı trafik koşullarında yüz binlerce kilometre sürüş gerçekleştirildi. Sonuçta, sistemin Bangkok ve Vancouver’daki sürücülere eşit ölçüde yardımcı olması ve sürüş tarzı ve trafik yoğunluğundaki yerel farklılıklara göre düzenlenmiş olması gerekiyor.
Yabani hayvanlarla çarpışmaları önleyen Hayvan Algılama Sistemi
Elbette, bu veri toplama süreci kent merkezleriyle sınırlı değil. Kırsal bölgelerde ve merkezlerden uzak yerlerde, yabani hayvanların yer aldığı ciddi kazalar meydana geliyor.
Yabani hayvanların yer aldığı trafik kazaları önemli bir uluslararası trafik sorunu. Kanada’da her yıl araç hasarına yol açan bu tür 40 bin trafik kazası rapor ediliyor. İsveç’te 2010 yılında yabani hayvanların yer aldığı 47 bin trafik kazası rapor edildi. Bunların yedi bini geyiklerin yer aldığı kazalardı. Norveç, Finlandiya ve Rusya’da da Kanada ve İsveç’tekine benzer koşullar mevcut. ABD’de yılda yaklaşık 200 kişi yabani hayvanların yer aldığı trafik kazalarının sonucu olarak hayatını kaybediyor. Bu yabani hayvanların çoğunu geyikler oluşturuyor.
Öte yandan, bu resmi kaza istatistikleri gerçeği tam anlamıyla yansıtmıyor. Örneğin, sürücünün bir hayvana çarpmamak için manevra yaparak başka bir araçla çarpıştığı ya da yoldan çıkmak zorunda kaldığı kazaların tümü bu istatistiklerde yer almıyor. Umeå Üniversitesi’nin 2003 ila 2010 yılları arasında gerçekleşen kazalarla ilgili yapmış olduğu bir çalışmaya göre, ölümlü kazaların en az yüzde 23’ü sürücülerin yola çıkan bir geyiğe çarpmamak için aniden manevra yapmasıyla meydana geliyor. Ancak bu kazalar, resmi istatistiklere yabani hayvanların yer aldığı kazalar olarak yansımıyor.
Volvo Car Corporation şu anda hem gün ışığında hem de karanlıkta aracın çevresindeki hayvanları algılayarak otomatik olarak fren yapan Hayvan Algılama Sistemi’nin üzerinde çalışıyor.
Volvo’nun Aktif Güvenlik Teknik Uzmanı Andreas Eidehall konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Bu teknoloji yaya koruma sistemimizin geliştirilmiş halidir. Sistemin karanlıkta çalışmasına büyük önem verildi. Çünkü yabani hayvanların yer aldığı trafik kazalarının çoğu gün doğarken veya gün batarken gerçekleşiyor.”
Yabani hayvanların yer aldığı trafik kazaları çoğunlukla ekonomik sürüş hızlarında gerçekleşiyor. Burada, çarpışma hızını 100-110 km/s civarından 80 km/s’nin altına indirmek hedefleniyor. Çarpışma hızı 80 km/s’nin altına indirildiğinde, otomobilin güvenlik sistemleri etkili oluyor ve ciddi yaralanmaların meydana gelme riski oldukça azalıyor. Bu, sistemin yaklaşık 30 metrelik bir mesafeden hayvanı algılayabilmesini gerektiriyor.
Sistemin diğer bir önemli özelliği ise tepki verme süresi, yani nesnenin tanımlanmasıyla sistemin reaksiyonu arasındaki zaman aralığı olarak öne çıkıyor.
Andreas Eidehall sözlerine şöyle devam ediyor: “İleri teknolojilerle tepki verme süresini daha da kısaltarak sistemin etkinliğini artırabiliriz.”
Sistem topladığı yüksek miktarda veri arasından hayvanların şekillerini ve hareketlerini ayırt edecek şekilde tasarlandı. Sistem sürekli olarak hareket halindeki hayvanların görüntülerini topluyor. Ancak yabani hayvanların görüş alanının dışında kalma konusunda son derece başarılı olması, bunu karmaşık bir süreç haline getiriyor.
Anders Eidehall sözlerine şunları ekliyor: “Doğanın elinden geleni yaparak bizden gizlediklerini tespit etmemize yardımcı olacak verileri toplamak büyük bir mücade gerektiriyor. Özellikle büyük hayvanlara yoğunlaşıyoruz çünkü en ciddi hasarlara ve en şiddetli yaralanmalara onlar yol açıyorlar. Şimdiye kadar geyikler üzerinde çalıştık ancak şimdi çalışmalarımıza atları ve büyükbaş hayvanları da dâhil ettik. Gelecekte atacağımız adımlardan biri de karaca ve yaban domuzu gibi daha küçük hayvanları da tespit edecek bir sistem geliştirmek olacak.”
Başarı için işbirliği gerekiyor
Jan Ivarsson sözlerini şöyle tamamlıyor: “Bu teknolojiler son derece hızlı bir şekilde gelişiyor. Ayrıca sensörlerin ve diğer elektronik parçaların fiyatları da sürekli olarak düşüyor. Bu çerçevede, bu ileri çözümlerin gelecekte tüm otomobillerimizde yer almasını hedefliyoruz. Bununla birlikte ilgili kamu otoriteleri, sigorta şirketleri ve diğer otomobil üreticileriyle yakın işbirliği içerisinde çalışmak da kazasız bir trafik ortamı yaratma hayalini gerçeğe dönüştürmek için yaşamsal önem taşıyor.”