Reklam

Audi A1 1.6 TDI

 Audi A1 1.6 TDI

Audi A1’i i-motoring.com deneme sürüşü için teslim almaya giderken aklımda iki konu vardı… İlki, bir Audi modelini kullanmayalı kaç yıl olduğuydu! Sahiden dört yılı aşkın bir zamandır dört halkayı bir arada görmemiştim. Hatta en son 2006 başında Berlin’de Q7 kullandığımı anımsadım… İkincisiyse Audi’nin bundan 10 yıl kadar önce küçük sınıfta premium’u denemesine karşın neden bu kadar geride kalmış olabileceğiydi. Öyle ya, Mercedes-Benz A Serisi ile birlikte premium miniklerin temel taşı olabilecekken A2, markanın hayalkırıklıklarından biri olmuştu. Oysa boyutlarıyla, space frame şasisiyle müthiş yenilikçi bir otomobildi o küçük lüks van. Düşündüm düşündüm, ya Audi fiyat/pozisyon dengesini doğru kuramamıştı ya da tüketiciler bu kadar yenilikçi trendlere bugünkü kadar hazır değillerdi. Gerçi benim Audi A2’yi İtalya’da kullanma fırsatım olmuştu ama Türkiye’ye yok denecek kadar az adette ithal edildiğinden görme şansı bile bulamamıştım:) Mercedes-Benz’in A ve sonrasında ondan “türetilen” B Serisi ile ulaştığı başarılar, BMW’nin “küçük beden” aşkını tatmin ettiği MINI’de  işi Countryman’e kadar “vardırması”, Audi’yi de bu segmentte potada kalabilmek için tekrar yenilikçi arayışlara dönmeye yöneltmiş olsa gerek. Audi A1’in tanıtılmasının üzerinden tam bir yıl geçmiş durumda. Türkiye’ye gelişiyse model yılı dönümüyle beraber 2010 yaz aylarına denk geliyor. Sonunda, en nihayetinde, artık bir Audi, hem de en yenilikçi modellerinden biriyle birkaç günlüğüne bende.

“Sportif takılarla” bezeli

Audi’nin bu en küçük modelinde ilk önemsediğim gövde olduğu için motor tercihi yapmamıştım. Dördü benzinli beş motor versiyonu bulunan A1 motor gamından şansıma turbo dizel versiyon çıktı! “Ne de olsa yükselen yıldız” deyip dert etmedim dizel olmasını ve teslim alıp yola koyuldum. Şehir trafiğinde tır tır tır dinleyerek ilerlemeye fazla razı olamadım. hiç de fena sayılamayacak bir müzik sistemi var, ona volüm verdim, dizelin en sevmediğim karakteristik özelliğiyle vedalaştım! Bir Audi için alışılmadık boyutlar içindeyim tabii… Usul usul ilerlerken oturduğum yerden bir taraftan da kabini inceliyorum. Gözlerim dönüp dolaşıp direksiyonun üzerindeki Audi logosuna takılıyor! İnanayım mı, yoksa bir de ruhsattan mı kontrol etsem? Buram buram kalite kokan bir ortam yaratılmak istenmiş, çok belli. Kokpite formunu veren yumuşak dokunuşlu üst kalite plastikten değme coupelerde göremeyebileceğiniz “çok renkli” koltuklara kadar her yere stil aşısı yapılmış. Ama bence en dikkat çekici unsurlar, MINI’yi hatırlatan havalandırma petekleri ve kokpitin üzerindeki bilgi ekranı. Orta konsoldaki hakim siyah renk, etkisini biraz azaltıyor ama metalik kumandalar, 70’li yılların amplifikatörlerine gönderme gibi sanki. Gösterge tablosundaki pusula, iki adet SD kart girişli multimedya ünitesi, hep ince detaylar… Kabinde mesafeler otomobilin boyutları doğrultusunda sınırlı ama öne de arkaya da dar denilemez. Bir Polo bedeninde bu kadar stil, umulmayacak kadar iyi görünüyor. Otomobilin dışını saran “sportif takılar”, içeride de kapı kolları ve kırmızı vites kolu, kırmızı deri vites körüğü gibi yerlerde kendini gösteriyor. Çok etkilendiğimi söyleyemeyeceğim ama sıradışı göründüğü bir gerçek. Bu yüzden olsa gerek, otomobili teslim aldıktan sonraki ilk üç saat içersinde hiç 60 km/s’yi bile geçmediğim halde 2 kez polis tarafından durduruldum! Kopya diyaloglar yaşandı ikisinde de; “Hayırdır memur bey?”, “Evraklar..”, “Tabii buyrun da hız deseniz yok, sinyalimi de vermiştim?”… “Arabanın renkleri ruhsatta yazılı değil!”… “Ama bunlar reklam değil ki yazılsın, bunun üretimi böyle, yasadışı bir şey de yok?” “Spoyleri de kendin takmışsın”, “Ben takmadım da spoyler suç mu?”, “Bence A3’ler daha güzel”, “E buyrun siz test edin?”, “Sağol vazife başındayım”….. Zırva kere zırva anlayacağınız…

İnce detaylar

A1, Audi’nin MINI’nin açtığı ve kendi başına giderek büyüttüğü bir segmente dahil olmayı hedef koymuş bir otomobil. VW Polo altyapısı üzerine inşa edilmiş bu minik sportmen, dışardan göründüğü kadar maskülen değil. Otomobilin iç dünyası sportifleştirilmiş olsa da hayli feminen. Buna karşılık en azından kullanmakta olduğum donanım versiyonunda sportif ekipmanların desteğiyle hayli çetin ceviz görünüyor. Özellikle burundaki yayvan yapısı ve iri ızgarası A4’ü çağrıştırıyor bana. Olduğundan daha güçlü, boyutlarından daha iri görünüyor! Dinamizmini aydınlatma grubuna borçlu gibi görünüyor gözüme. Ama arkası için aynı iyimser hisleri taşıyamıyorum. Hele tavan… Hani sıfırdan tasarlanmış bir araç değil ya, bir şeyler tam oturmuyor sanki… Ama Audi tasarımcılarının S Line aksesuar dizaynlarına dikkat çekmek isterim, eklediği sportif soslar güzel lezzet katıyor. A1’deki en özel fikirlerden birinin üzerinde durmalıyım, olur ya, lastik patlar, araç arıza yapar, bagajı yüklüyorsunuzdur, bagaj kapağını açtığınızda arka dörtlü ikaz lambaları kapakla birlikte yukarı gitmiyor, uyarı kesintiye uğramıyor, çünkü kapak açılsa bile altta iki tane ekstra lamba yer alıyor, başarılı buldum…

Grubun favori motoru!

Düşük hacimli turbo dizel motor, VW Group markalarının tamamında kullanılıyor. Golf’ten Jetta’ya, Yeti’den Superb’e, Leon’dan A4’e tüm grup markalarında görev yapan 1.6 litre hacimli motor, aktif kullanım devrinin yarısını ki, 1500-2500 arasını kapsıyor, 250 Nm’lik maksimum tork ile geçebiliyor. Geri kalan bölümde de yine maksimuma yakın değerde çekiş gücü elde edilebiliyor. Değişken geometrili turbo şarj ünitesiyle aşırı beslenen motor, düşük hızlarda dizel sesini belirgin olarak dinletse de sağladığı yakıt ekonomisi ve kendi çapında etkili hızlanma performansıyla başarılı görüntü çiziyor. Tüketim konusu gerçekten çok etkileyici, zira fabrika verilerinde hiçbir kullanım modunda 5 litrenin üzeri öngörülmeyen Audi A1’de, pratikte de aynı durum yaşanıyor. A1 ile İstanbul trafiğinde kimi zaman dura kalka yol alırken kilometreler ilerledikçe yakıt ibresinin çalıştığından şüpheye düşüyorum. Buna karşılık hızlanma performansı gayet güzel, 0-100 km/s hızlanması 10.5 saniye olarak açıklanıyor, tabii Türkiye’deki dizel kalitesiyle o zor biraz…

A1’in direksiyon hassasiyetini çok başarılı bulmadım. Şöyle ki, otomobilin dinamik görüntüsüne çok ayak uyduramıyor, daha keskin direksiyon tepkileri beklerdim. Ama sertlik/yumuşaklık meselesi derseniz kadınların da sıkıntısızca kullanabileceği kadar hafif… Bu hafiflik şehir trafiğinde kıvraklık sağlarken park ederken de sorun yaşanmasını önlüyor. Yol tutuş ise gerek sportif süspansiyon elemanları gerekse geniş tabanlı ve düşük yanaklı lastik seçimiyle oldukça iyi. Ama birçok turbo beslemeli önden çekişli araç gibi A1 de aşırı tork yüklemesi nedeniyle önden kayma eğilimi gösteriyor. O nedenle gaz pedalını tartarak kullanma gerekiyor. Ayar kaçınca yoldaki eğime göre kayma eğilimi başgösteriyor. Zaten bu sekans direksiyon simidine de sağa sola çekme olarak yansıyor. Bu duruma da torq steering diyoruz.

Olmadık anlarda stop/start!

Şehir içinde A1 ile yaşadığım sıkıntı, nasıl çalıştığını pek de algılayamadığım stop/start ünitesiyle ilgili oldu. Olmadık yerlerde, -örneğin bir ara sokaktan ana caddeye çıkarken!- stop eden motor, anlık da olsa stres yarattı. Bu teknolojiye ilk rastladığım otomobil olması da A1’in şanssızlığı diyelim:) Neyse ki panik yapmama fırsat vermeden kendi kendine çalıştı da trafiği kesintiye uğratmadım. Ama itiraf etmeliyim, en sevindiğim an, bir şekilde devreden çıktığı an oldu…Audi A1 ile kıvraklığı sayesinde şehir trafiğinde deyim yerindeyse “üçotuz paraya” çok düşük tüketimle saatler geçirdikten sonra kent dışına, orman yollarına doğru süzüldüm. Tatlı virajlara sahip asfalt yollarda izine sadık şekilde ilerleyen minik Audi, esnek sürüşlere de imkan verdi. Hız azalsa bile tork bandının verimliliği sayesinde uygun koşullarda vites düşürmeden devam etme olanağı vermesi, otomobilin beğendiğim özelliklerinden biri oldu. Ama hız, eğim ve vites uyumu sağlanamadığında anlık boşluklar da yaşamadım değil.

Üç test gününün sonunda Audi A1 ile vedalaşırken bu sefer kafamda tek bir soru vardı. Yer yer Audi kalitesini gözlemlediğim, yer yer hayalkırıklığına uğradığım, sunroof’u olmamasına hayretler içinde kaldığım, yakıt tüketimindeki cimriliğine hayran kaldığım, MINI türevleri kadar doğal bulmadığım A1, “ekonomik” versiyon TDI’da premium pozisyon uğruna biçilen 26 .500 Euroluk fiyatıyla nasıl bir satış grafiği çizebilecek? Ekonominin pahalı olması stil yoğunluğuna, segment üstünlüğüne karşın rağbet görür mü, emin olamadım…