Peugeot 508 SW
Otomotivde özellikle son on yılda model varyasyonlarının arttığı o renkli dönem, station wagonlar için bambaşka bir anlam haline geldi. Etraf crossoverlar, coupe sedanlar ve coupe cabriolar gibi popüler yeniliklerle dolup taşarken düne kadar en önemli, en fonksiyonel gövde formatı olan station wagonlar da imaj tazeledi. Alfa Romeo 156 Sportswagon ile başlayan stil sahibi stationlar devri, Volvo başta olmak üzere, Alfa Romeo’dan Volkswagen’e onlarca marka modellerinde önemli mesafe kaydetti. Ülkemiz otomobil kullanıcısı artan hafif ticari araç parkına rağmen genelde halen eski stil, taşıma amaçlı kullanmayı sürdürse de yavaş yavaş lifestyle station wagon tercihleri de gelişmeye başladı. Artan kalitesi ve teknolojisiyle çizgisini fark edilir bir şekilde hızla premium çizgiye çekmekle meşgul olan Peugeot’nun 508 SW ile önüne koyduğu hedef o müşterileri etkilemek. 2010 sonbaharında tanıtıldıktan sonra 2011 ilkbaharından itibaren yollarda olan 508, gerek sedan gerekse station wagon karoser versiyonlarıyla prestij ve statüye oynayan modeller. Heybetli yapısı ve gösterişli tasarımının ardındaki teknolojiyi özellikle station wagon versiyonda görmek istiyordum. Çünkü bu seçimim bana Fransız üreticinin zarafet ve fonksiyonelliği güncel teknolojisinde nasıl buluşturduğunu gösterecekti.
Station wagon gövde formunda sedandan tampon farkıyla 2 cm daha fazla olan uzunluğuyla 4.81 metrelik orta-üst sınıf mobil bir zarafet oluşturan 508 SW’nin 2815 mm’lik aks mesafesi kabinde etkileyici bir arka bölüm ferahlığı sağlıyor. Teknik tabloda station wagon versiyonun sedandan 2 cm yüksek olduğu belirtiliyor ki bu da gövde ile ilgili değil, tavan raylarının getirdiği ekstra yüksekliği ifade ediyor. Gerçekten çok yalın, çok zarif görünen tasarım üzerinde onca öne çıkan unsur arasından ilk dikkatimi çeken, burundaki logonun altındaki Peugeot yazısı oluyor. Yanılmıyorsam çoook uzun yıllardır ilk kez Peugeot bir modelinin üzerine ismini yazmış, yenilenen logodan sonraki modellere bir kez daha bakmam gerekecek! Çok hoşuma giden bir tasarım öğesi var, umarım gelecek çizgileri de bu yönde olur, Peugeot’nun far tasarımları belki 206’da ilk gördüğümüzde etkileyici gelmişti ama giderek daha agresifleşmişti. Şimdi o agresifliğin farlardan aşağı inip sis farlarına yerleştiğini görüyorum. Özellikle ülkemizde bıçkın kullanıcıların güneşli havalarda bile sis farları yanık dolaştıklarını düşünürsek, yakıştığı yerde daha efektif (!) olabileceğini söyleyebiliriz! Hafif şişkin çamurlukların altında Alfa Romeo stilini anımsatan 18 inçlik şık jantlar, aynalardaki artistik sinyaller ve bir bütün olarak baktığımda kimi markaların stationlarına yakıştırılan ‘cenaze aracı’ etiketini hiç hak etmeyen gayet zarif bir gövde… Dinamizmi destekleyen tavan rayları, karartılmış arka camlar ve tabii LED’li arka aydınlatma grubunun da statü konumlandırmasına yaptığı katkı tartışılmaz durumda!
Otomobilin yanına yaklaştığımda kapı kolunu çekiyorum ve açılıyor. Bundan 10 yıl kadar öncesinde Mercedes-Benz Keyless Go sistemini tanıttığı zamanki tereddütlerimiz artık birçok markada karşımıza çıkıyor! Peugeot’nun anahtarsız giriş sistemi, “beni tanıyor”! ve kilidi ben yaklaşırken açıyor. Cam tavandan içeri dolan günışığı, sunrooftan fazlasın ıyapıyor ve kabinde renkli camların etkisiyle imajlı doğal bir ambians beni karşılıyor! 508’in kumandaların bolca kullanıldığı kabininde belirgin olarak zarafet hakim. O an ‘kimi otomobil topu topu 5 kumandayla işi bitirirken, bakalım, fazladan neler koşmuşlar da bu kadar çok düğme sığdırılmış’ diye düşünüp gülümsüyorum! Elbette ki sürpriz yenilikler yok ama zorunlu fonksinol kumandalarının yanında bolca konfor ve lükse hizmet eden çok sayıda düğme var. Radyo, telefon, park destek sistemi, navigasyon, araç ayarları gibi birçok göreve adanmış büyükçe bir ekran, aynıları 42 cm uzakta direksiyonun üzerinde de yer alan müzik sistemi kumandaları, ön ve arkada çift bölgeli klima/havalandırma ayar düğmeleri, vites konsolundaki butonlara ek olarak kokpitin solundaki motor çalıştırma/durdurma düğmesi, bagaj açma/kapama düğmesi ve tabii elektro hidrolik park fren düğmesi ferah ferah dağıtılmış.
Ama yine de yetmemiş, kokpitin altına yapılan kapaklı bir gözün içine de düğmeler yerleştirilmiş. Kapak açılınca görünen manzara bana ’80’lerin Peugeot Citroen modellerini anımsattı, hani alttan kabloların ya da görünmemesi gereken yerlerin göründüğü… Hemen kapağı kapatıyorum, aracın genel durumuyla benzeşmeyen bir noktası… Aslında ortalık yerde de olabilecek ESP ve park destek sistemi iptal ve head on display yükseklik/ışık ayar düğmeleri!.. Onları sakladıklarından değil de aslında aracın elektronik kontrol soketini gizlemek esas amaç… Bu saydığım alanlar yetmemiş, düğme bolluğu tavanda da sürüyor! Panaromik tavanın elektrikli paravan yöneticisi, iç aydınlatma butonları ve gelişmiş kemer uyarı ışıkları hep orada toplanmış. Kemer uyarı ışıkları gelişmiş çünkü, birincisi bu uyarılar sesli ikazda bulunurken gösterge tablosunda da görüntülü görev yapıyor. İşin ilginç yanı, çocuk koltuğunun varlığına da tepkisiz kalmıyor ve kemerin bağlı olmasını istiyor!
Koltuklar geniş, ferah… 1980’lerden beri otomobil yayıncılarının dillerine pelesenk ettikleri “Fransız konforunu” doğrulayan yapıda. Masaj özelliği yoktu ama uzun süre kullanmama karşın hiç rahatsızlık yaratmaması gerçekten etkileyici oldu. Isıtma düzeneği de hızlı tepki veriyor. Ama asıl özelliği arka tarafta! Şöyle ki, 508’in arka koltuk yolcuları kendilerini rahat rahat limuzinde hissedebilir, sunulan geniş diz mesafesinde bacak bacak üstüne atmak bile mümkün. Koltuk sırtlığında açılan fonksiyonel kol dayanağınıysa söylemeye bile gerek yok! 560 litrelik bir hacim sunan bagaja ulaşmanın en keyifli yanı kokpitten, kumandadan ya da kapak üzerinden elektrikli olarak açabilmek/kapatabilmek… Fonksiyonel bagaja bisiklet, kaykay, -arka koltuk sırtlığını yatırarak- surf tahtası ya da kayak bile sığdırmak mümkün! Her halinden anlaşılıyor ki, bu lüks bagaj alanı, teneke teneke peynir ya da salça taşımak için değil.
Peugeot 508’in ışıl ışıl gösterge tablosunun karşısındayım. Kromajla apolet takılan gösterge tablosu bilgi yüklü ve çok hizmetkar ama özellikle gece sürüşlerinde sıkıntı yaratabilecek bir tespitim var, hız göstergesi baremlerinin km başına olması, sürücünün karşısındaki detayı artırıyor, göz alıyor. Head up displayin neden kullanıldığını bu detaydan anlıyorum hemen! Otomobilin head-up displayinde hızı ve hız sabitleme sisteminde seçilen limiti görmek mümkün. Tabii bu versiyon, bence üst sınıf markaların ön cama yansıtılan head up displaylerine göre biraz ucuz yollu kalıyor ama fonksiyonellikle ilgili bir problem yok. Sıkıntı, kokpitin üzerinde inip çıkan panelde! Maliyetini bilemem ama ilerleyen kilometrelerde fazladan tıkırdamaya aday bir elektro mekanik unsur!… Otomobilin gösterişli kabininde ufak tefek sıkıntılar da yok değil ama. Örneğin en küçük bir eşyayı, telefon, çakmak, sigara, her neyse, koyacak bir yer yok! Bu önemli bir problem, bluetooth ile bağlantıyı sağlayıp telefon görüşmelerini aracın ses sistemi üzerinden yapmak çok keyifli ve güvenli ama telefonu mutlaka cebinizde taşımanız gerekiyor. Buna karşılık telefonu tüm özellikleriyle araçtaki ekrandan kullanabilmeyi sağlayan sistem, fihristi de aynen aktarırken telefondan yarkı dinlemek istediğinizde parça listesini görüntüye getirmiyor! Bir yerde sıkıntı olduğu kesin…
Direksiyon üzerindeki kumandalara, amacına uygun basitlikte olduğu sürece pek de karşı çıkmadım. Ama şu söz ettiğim 42 cm meselesine dikkat etmek gerek. Sürücünün dikkatini yola ve sürüşe odaklamak için geliştirilen direksiyon kumandaları, abartıldığı zaman işi karmaşıklaştırabiliyor. Peugeot 508’de de buna bir örnek görüyorum. Vites kolları hariç, 16 düğmenin bulunduğu direksiyon üzerine bakması iyi de hareket halindeyken -sürücünün işini kolaylaştırayım derken!-karışıklığa yol açabiliyor.
Peugeot 508’in anahtar kumandasını hala cebimden çıkarmıyorum ama sol taraftaki Start düğmesine basarak motoru çalıştırıyorum. Artık yoldayım. 2.0 litre 163 HP’lik HDi motor, etkileyici bir torkla 1.5 tonluk aracı akıtmaya başlıyor. Dizel sesinin ve titreşimin minimuma indirildiği motor, 2000-3000 d/d arasında 340 Nm’lik ‘sürükleyici’ bir torkla ivmeleniyor ki, bu aslında otomobilin bütün hareket kabiliyetini ifade etmeye yetiyor. 3750 d/d’de maksimum düzeyde elde edilen 163 beygire pek de ihtiyaç kalmamış oluyor!.. Anlatmaya çalıştığım, motorun güç bandının gayet diri olduğu! 6 ileri vitesli otomatik şanzıman, istenildiğinde koldan ya da direksiyonüzerindeki kollardan manuel olarak da kullanılabiliyor. Geri kayma problemi olmayan sistem, değişimleri sarsıntısız olarak yapabiliyor. Sport ve karda kullanım modları bulunan gelişmiş vites kutusu, otomobilin prestijli kimliğine elit sürüş zarafeti kazandırırken performans hünerlerini sergilemekten de geri kalmıyor. Çok kolay devirlenen motor, Peugeot 508’i hiç tereddüt etmeden 200 km/s üzerine taşıyor. Bu hızda seyrederken motor devrinin 3300 d/d’de olması, kabindeki huzur katsayısını artırıyor. Kendi adıma, direksiyon üzerindeki vites kollarını yavaşlamalarda, viraj girişlerindeki deselerasyonlarda kompresyon elde edebilmek için kullandım. Ama bir performans otomobili kullanmadığımdan hızlanmalarda vitesleri bu kollardan büyütmedim.
Otomobilin ağırbaşlı hissettiren süspansiyonu, elektronik destek unsurlarına gerek bırakmayacak kadar güven veriyor. Bu otomobilin stabilitesini bozmak için özel çaba göstermek gerektiği inancındayım. Zaten ıslak ve kaygan yüzeyler dışında elektronik stabilite sistemini devreye sokacak kadar agresif kullanan birisi, sistemin çalıştığını muhtemelen yapmakta olduğu kazadan milisaniyeler öncesinde görecektir, o kadar iddialıyım. Darbe emişi çok başarılı, sağladığı konfor yüksek ve çalışma gürültüsü neredeyse olmayan süspansiyon sistemi, huzurlu, gurme işi sürüşler sağlıyor. Hızlanmalarda esneme, yavaşlamalarda dalma etkisi sezilmeyen sistem genelde başarılı. Ama geniş yan yüzeylerin başrolü oynadığı bir sıkıntı var ki, süspansiyon yapısından onu engellemesini bekledim ama bunda çok da başarılı değildi. Sert esen rüzgarlarda otomobilin süspansiyonu gövdenin stabilitesinde efektif görev üstlenmekten kaçınıyordu. Lodoslarda kullanmamalı mı yani? Hayır tabii ki öyle değil ama çok rüzgarlı havalarda tedbirli olup daha düşük hızlarda kontrollü seyretmekte yarar var.
1530 kg’lık estetik station wagon ile yaklaşık 1000 kilometrelik bir beraberliğimiz oldu. Duruşunu kalkışını, viraj tandansını, gürültüsünü, performansını derinlemesine inceleme fırsatı buldum. En etkileyici özelliklerinden birini belirtmeliyim. Peugeot’nun 2000 yılında başladığı HDi harekatı, 10. yılı biterken en verimli döneminde. 1.4, 1.6, 2.0, 2.2 ve 3.0 litrelik PSA dizel motorlarda kullanılan yüksek basınçlı direkt enjeksiyon teknolojisi HDi, hem etkili performans hem de düük tüketimi bir arada sağlayabiliyor. Şehir içi kullanımda 7.6 litrede kalan 100 km tüketim ortalaması, sabit ama pek de düşük olmayan hızlarda yaptığım otoyol sürüylerinde 5.7 litre olarak gerçekleşti. Ağırlığı, büyüklüğü, performansı, otomatik vitesi hesaba katıldığında oldukça cezbedici bir veri…
Peugeot Türkiye, belki bu otomobille bir dönem Doğuş Otomotiv’in Volkswagen Passat SW ile yakaladığı rüzgarı yakalamak ve özellikle büyük şehirlerde lifestyle station wagon araç parkını genişletebileceğini planlamıştı. Ama Ekim ayında yapılan ÖTV düzenlemesiyle fiyatı 85.000 TL civarından bir gecede minimum 106 bin TL’ye fırlayıverdi! Test otomobilimizin çok zengin donanımlı full versiyon olduğunu ve fiyatının 110 bin TL’yi aşmış olduğunu düşünürsek durum Peugeot açısından ne yazık ki vahimleşiyor. Yani bu güzel otomobil için rahat rahat politika kurbanı nitelemesini yapabilirim! Ya da sunacakları sürüş tatları aynı olmasa da insafsız ÖTV zammına yakalanmayan 67 bin TL fiyatlı 1.6 litre 156 HP’lik benzinli veya 71 bin TL fiyatlı 1.6 litre 112 HP’lik e-HDi seçenekleri üzerine yoğunlaşılabilir.