Çarpık bacakların çekiciliği!
Çekoslovakya diye bir ülke varken söz konusu topraklar daha bağımsız, daha yaratıcı ve turistik gezmeler dışında çok çok daha cazip bir ülkeydi. Çekler bir yana Slovaklar diğer yana ayrılınca kreativiteleri montaj mühendisliğine dönüşürken özgün yaratıları da eridi gitti. 1800’lerden itibaren batıda yaşanan sanayi reformuna uyum sağlayan Çekoslovakya, Skoda gibi olağanüstü gelişmiş bir marka yaratabilmiş, farklı teknolojileriyle otomotiv sanayisinde kendine özel bir yer edinmişti. 1895’te bisiklet tutkunu mühendis Václav Laurin ve Václav Clement’in tasarladıkları Slavia marka bisikletlerle başlayan macera, şirketleşip Laurin§Clement Co. ortaklığıyla motosiklet ürettikten sonra 1905’ten itibaren Skoda markasını taşıyan özel otomobilleri geliştirdi. Ama Skoda markası, geliştirdikleri teknolojiler, ürettikleri uçaklar, Türk ordusunun da kullandığı ağır obüsler, İstanbul’da bile uzun yıllar hizmet veren belediye otobüsleri ve tabii otomobillerden çok 1202 modelinin “çarpık bacaklarıyla” ün kazandı. İşin kötü yanı, bacakları düzgün olmayan insanlara da “Skoda bacaklı” yakıştırması yapıldı durdu… Peki gerçekten kötü bir şey miydi bu “bacakların çarpıklığı”? Şüphesiz hayır! Bugünün modern teknolojileriyle elbette kıyaslanmaz ama 1948-89 arası otomobil ve pikap formatlarında üretilen post sosyalist Skoda’ların bacakları, aslında tasarlandığı döneminin öncülerindendi. Benzerine BMW ve Mercedes-Benz modellerinde de rastlanan körüklü arka diferansiyel, aracın taşıdığı yük ve hızına bağlı olarak açılarak yola tutunma özelliklerini her koşulda üst düzeyde tutardı. Hatta station wagon versiyonları ekonomik ve sorunsuz araçlar olmaları nedeniyle Ankara’da da 8 kişilik dolmuş olarak (Bahçeli-Emek hattı!) bile kullanılmıştı. Buna rağmen -en azından ülkemizde!- otomotiv kültürüne “çarpık bacaklı” olarak işlenmekten kurtulamadı…