Bir Murat 124 hatırası…
Çocukken babam beni “galiba bu çocuk okumayacak” düşüncesi ile yaz tatilinde bir saatçinin yanına çırak olarak vermişti. Birkaç aylık çıraklık dönemini çok iyi değerlendirerek bazı temel işleri yapar hale geldim. Ve ilerleyen zamanlarda kendi kendime bu becerimi geliştirdim. Kendimce eş-dosta ait saatleri onarıyor ve bu işten oldukça keyif alıyordum. Ama o yıllarda “pilli” tabir edilen elektronik saatler yoktu. Bütün saatler mekanik temele dayanırdı.
Neyse, konuya girelim. 1980’lerde Trakya’da çalışıyorum. Oldukça samimi olduğum bir arkadaşım var. Arkadaşımın ailesi oldukça varlıklı ve zengin bir aile.
O da saatlere meraklı. Kimi zaman evdeki eski saatleri kapıp getiriyor, beraberce bakım yapıyoruz. Kimi zaman konu-komşusundan topladığı antika duvar ve masa saatlerini inceliyor, değerlendiriyor ve fikir sahibi oluyoruz. Aslında eline tornavida bile yakışmıyor, pek iş çıkaramıyor ama boş vakitlerimizi meyhaneler, birahaneler gibi “haneler”de geçirmektense bu işlerle uğraşmayı tercih ediyoruz.
Gerçekten de Allah selamet versin, başta da yazdığım gibi oldukça varlıklı bir aileden gelmesine, ailesinin de durumu iyi olmasına rağmen bizim arkadaş çok pintiydi. Tamirat işlerini her zaman benim evde yapardık. Gelirken diyelim ki eline bir paket bisküvi alıp da geldiyse ve bu paketten de es kaza bir kaç tane artan olduysa mutlaka artanları da cebine koyar öyle giderdi. O yıllarda ben sigara da içerdim. O da içerdi. Ama sırf bana değil hiç kimseye bir tek sigara ikram ettiği bile görülmemişti. Öyle de kıl kuyruktu.
Annelerinin çok eski bir rakkaslı duvar saatini beraberce tamir etmiştik. Kendi kolundaki UT 76 makineli Nacar’ı defalarca söküp temizleyip parlatmışızdır. Birkaç defa da bu saate zemberek değiştirmiştik. Çünkü saati kurarken sona geldiğini anlamaz ve ha bire zorlar dururdu.
Bir gün konuşurken Ankara’da anneannesinin antika bir konsol üstü saati olduğundan, kadıncağızın bu saati çok sevdiğinden, ancak son zamanda saatin bozulduğundan, sadece bir kaç saat çalışıp durduğundan bahsetti. Ve bu saati kimseye emanet edemediklerinden oraya giderek saate bakıp bakamayacağımızı sordu. Bana da gezmek lazım ya, kabul ettim.
İkimiz de çalışıyor olduğumuzdan bu işi hafta sonu tatilinde yapmak için, cuma günü akşam üzeri buluşmak üzere anlaşıp ayrıldık.
Evde götüreceğim alet ve avadanlıkları ayarladım. Saat takımlarımın haricinde belki gerekebilir diye birkaç tornavida ile bir de açık ağız anahtar takımını da yanıma aldım.
Ben cuma akşamı otobüsle gideriz diye düşünürken bizimki “Hayır, bizim arabayla gideceğiz, hatta nişanlım da bizle gelecek” dedi. Ben o zamana kadar bir otomobilleri olduğunu dahi bilmiyordum.
Evlerine gittiğimde bahçenin içerisinde pırıl pırıl lacivert renkte bir Murat 124 durduğunu gördüm.
Burada konuya kısa bir ara verelim. Bazı arkadaşlarımıza garip gelebilir ama otomobiller içerisinde en beğendiğim modellerden birisi Murat 124’tür.
Aslında bizim ülkemiz ilk defa otomobil kullanma keyfini bu otomobille almıştır. Çünkü 1970’lerde her ne kadar ülkemizde Amerikan otomobillerinin egemenliği varsa ve tabii ki bu otomobillerin gerek sağlamlık ve gerekse estetiği konularında en küçük söz söyleyebilmek bile mümkün değilse de bu küçük ve ekonomik otomobillerin de arabacılığa farklı bir renk kattığı inkar edilemez.
Katkıları nelerdir, inceleyelim: Birincisi büyük otomobillere göre çok üstün manevra kabiliyeti ve kullanma kolaylığı. Sonrasında daha rahat bir görüş, çok daha seri kullanım, çok güçlü frenler (4 tekerlek de disk frendi), şahane bir kalorifer, cam yıkama tertibatı, çift kırılmalı ayna, bol ve ucuz yedek parça…
İşin aslına gelecek olursak Fiat’ın 1966 yılında “Yılın Otomobili” seçilen bu modeli temelde Amerikan sistemidir. Salıncaklı öntakım, altı silindirli Amerikan motorlarının dört silindir ile çalışan modeli bir motor, aynı sistemde arka süspansiyon, hep Amerikan otomobillerinde gördüğümüz tarzdır. O yüzden de çok başarılıdır. Ve 45 yıldır üretilmiştir, 2011 yılında Rus VAZ firmasınca halen de üretilmektedir.
Neyse biz konuya geri dönelim. Arkadaşım Murat 124’ü çalıştırıp kapının önüne getirdi. Oradan gidip alt mahalleden nişanlısını da aldık.
Bu arada otomobil 1974 modeldi ve on yıllık olmasına karşılık sadece 10 bin km. yapmıştı. Pintiliklerinden hiç binmemişlerdi. Benzin aldıktan sonra gece vakti yola koyulduk.
Bizim 124 aslan gibi kükreyerek yol aldı ve sabaha karşı Düzce’deki otobüslerin mola verdikleri tesislerin birine kadar gayet güzel geldi. Burada bayat çayları içerek biraz uykumuzu dağıtmaya çalıştık. Arkadaşıma “yorulduysan biraz da ben devam edeyim” dediysem de bana itimat etmedi. Sadece sertçe “babam kimseye verme dedi” diyerek son noktayı koydu. Yeniden arabaya doluştuk ve yola koyulduk.
Ama o da ne. Bizim yol boyunca kükreyerek gelen aslan bir anda kedi oldu ve miyavlamaya başladı. Arabada bir tekleme peydahlandı, patır kütür çalışır oldu. O vaziyette Gerede Esentepe’deki çay salonuna kadar zor-bela kimi rampalarda birinci vitese kadar düşerek geldik.
Arkadaşıma “şu kaputu aç da bir bakalım, belki kolay bir şeydir” diye ne kadar söylediysem de bana itimat etmedi ve “düzelir,düzelir” deyip geçiştirerek işi inada bindirdi.
Gerede’yi bilen bilir, yaz günü bile buz gibi bir esintisi olur. O sabah da çok soğuktu. Arabadan inip koşarak çay salonuna geçtik. Yine birkaç berbat çaydan sonra arabaya oturduk. Arkadaşım marşa bastı, bir numara yok. Peşpeşe bastı bastı. Yine çalışmadı.
Nişanlısı ile o önde oturduğundan ben ve çantam arka koltuktaydık. Çantamın fermuarını açtım. Takımlarımı arka koltuğa döktüm. İçinden bir ince bir de uzun düz tornavida aldım. İki ağız anahtarlarımın da hepsini aldım. Geçerken de arkadaşımın kapısını açtım, kaputun mandalını çekip motorun başına geçtim.
Birinci bujinin kablosunu söküp kablonun ucunu buji kafasına yaklaştırdım ve “bas marşa” dedim. Kablonun ucunda hiç bir hareket yoktu. Diğer bujileri de aynı şekilde denedim. Hiçbirinde kıvılcım emaresi yoktu.
Distribütörün kapağını söktüm. Gözle muayene ettim, herhangi bir çatlak, oksitlenme görünmüyordu, tepe kömürü de sağlamdı. Aynı şekilde tevzi makarasını da inceledim, o da iyiydi.
Anahtarlarımın arasından 13’ü bulup distribütörün altındaki tespit nalını söktüm. Tevzi makarasının yönünü işaretleyip distribütörü komple dışarı alıverdim. Başta bizim arkadaş olmak üzere ikisi de “Ne yaptın, hiç o sökülür mü, biz şimdi bu dağın başında tamirciyi nereden buluruz?” diye çığlık atmaya başladılar. Hiç sesimi çıkarmadım.
Distribütörü milinden çevirerek platin aralığını kontrol ettim. Bu nalet 124’lerin en pis taraflarından birisi tevzi makarası kolay sökülüp platine ulaşılmaz. Rahat çalışmak için mutlaka distribütör yerinden çıkartılmalıdır.
Bizim arabamızda da platin tamamen kapanmış ve bu kapanmadan dolayı platin kontaklar meme yapmıştı. Platin kontaklarını çantamdaki ince zımpara ile zımparalayarak pırıl pırıl yaptım. Temiz bir kağıtla da kuruladım. Platinin sabitleme vidalarını gevşetip platin aralığını bildiğim şekle getirdim. Sonra da tespitleri önce tornavida ile sonra da getirdiğim açık ağızlı anahtarların ufaklarıyla iyice sabitledim. Bence çok güzel olmuştu.
Distribütörü söktüğüm şekilde yerine taktım. Nalı yerine oturttum ama sıkmadım. Distribütör kapağını taktım. Kabloları tekrar kontrol ettim. Ve soğuktan arabanın içinde iyice büzüşmüş olan bizimkilere seslendim:”Bas bakalım çalışacak mı?”
Daha marş dişlisi volana değer değmez bizim 124 yine kükreyiverdi. Yan gözle arabanın içine baktım. Bizimkilerin keyfi yerine gelmişti. Motorun biraz ısınmasını bekledim.Motor iyice ısınınca distribütörü sağ sol yapıp avansını el ile ayarladım. Son kontrollerimi yapıp distribütörü sabitledikten sonra takımlarımı topladım. Kaputu kapatıp arkaya geçtim. Kızcağız araba bozulunca epey telaşlanmıştı. Ama artık ikisinin de yüzlerinde telaş değil keyif vardı. Bana çok teşekkür ettiler.
Buradan sonra radyoda uzun dalga Ankara Radyosu’nu bulup güle oynaya Ankara’ya vardık.
Anneanesi Hukuk fakültesi civarında bir yerde oturuyordu. Önce oraya gittik. Güzel bir kahvaltı faslından sonra antika konsol saatini ele aldık.
Saatin aslında bir şeyi yokmuş. Sadece ana zemberek tespit çivisinden kurtulmuş. Bunu görünce güldüm. Demek ki zembereği zorlamak da ırsi bir davranış olmalı diye düşündüm. (yukarıda torununun da Nacar’ın zembereğini birkaç defa zorlamaktan dolayı kırdığını söylemiştim.) Neden güldüğümü yaşlı kadına söylemedim. Sadece “onca yoldan bu ufak arıza için mi geldik” diyerek onları rahatlattım. Zembereği yerine oturtup biraz da saatin içinde kaba temizlik ve yağlama yaptıktan sonra ben onları kendi hallerine bıraktım. Pazar sabahı buluşmak üzere ayrıldık.
Pazar günü Kızılay Meydanı’nda beni almaya geldiklerinde nişanlısı arkaya oturmuştu. Arkadaşım da benim öne oturmama dahi fırsat vermeden indi ve “Abi sen kullan, ben sana gelirken çok haksızlık ettim” dedi.
Böyle bir macera yaşadık işte. Ama işin özü Murat 124 çok başarılı,pratik ve güzel bir otomobildir.
M.Ali Sade
2 Comments
Eski mekanik saatler… Murat 124… Kaputu açtığında ne yapabileceğini bilmek… Keyifle okudum.
şahane hikaye. kaleminize sağlık.
Comments are closed.