BMW 1800 dersleri

 BMW 1800 dersleri

İkinci otomobilim BMW 1800’ü satın almak biraz bile bile lades olmuştu. Kurcalayıp vakit geçirmek almıştım ama yaşı geçkin klasik bana çok şey öğretti! İlk arabam olan 1955 Chevrolet’yi sattıktan sonra 1800 model bir BMW otomobil almıştım. Araba 1965 model olmasına rağmen uzun yıllar gümrükte yatmış ve 1988 yılında trafiğe çıkmıştı. Alanlar da kasası iyi olduğundan almışlar, yürüyen aksama pek bakmamışlardı. Ben de bu durumunu bile bile BMW markasına olan hayranlığımdan dolayı onlardan satın aldım. Amacım biraz da kurcalayıp vakit geçirmekti.
BMW Chevrolet’den sonra yakıt açısından oldukça iktisatlı bir arabaydı. Ancak ona göre çok çok seri, atak ve kıvrak bir otomobildi. Üzerindeki yatık motora, bu motorun gaz yiyişine, kaputun altında adeta bir çeyiz sandığı güzelliğinde duruşuna hastaydım.

1965 yılında içeriden ayarlanabilir dış dikiz aynasına sahip oluşu, gösterge tablosundaki devir saati, küçük ama etkili kaloriferi gibi ufak özellikleri bu otomobili daha da değerli kılıyordu. Otomobilin en çok kauçuk aksamlarında sorun vardı. Radyatör hortumları, kalorifer hortumları, hatta vantilatör kayışı bile uzun süre yatmaktan evsafını kaybetmişti. Hepsi de çatır çatır çatlamışlar, en ufak bir harekette kendilerini bırakıveriyorlardı.
Bulunduğum yerde bu hortumların orijinalini bulabilmek çok zordu. Zaman zaman Ankara, ya da İstanbul’a gittiğimde bulabildiklerimi toparlayıp gelsem de mesela kalorifer hortumlarını oradaki yedek parçacılardan temin ettiğim bir takım hortumları tadil ederek yenilemiştim. Bu şekilde arabanın su eksiltme sorununu tamamen olmasa bile birazcık ortadan kaldırmıştım. Yine de her ihtimale karşı arka tarafta dolu bir plastik bidonla geziyordum.
İlk sahibi de aslında bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Mesela arabanın orijinal vites koluna ne olduysa onu sökmüş, yerine Murat 124′e ait nikelajlı bir kol takmıştı. Vites topuzu ise bundan da ilginçti. İçinde Mercedes amblemi bulunan ışıklı bir topuzu vardı. Eski O302 otobüslere binmiş olanlar takviye çekilince yanan bu topuzu hatırlayacaklardır.
Dedim ya, eski sahibi bir şeyler yapmaya “çalışmıştı”. Bu vites topuzunun nikelajlı kolunu delerek evlerde kullanılan çiftli abajur kablolarından da bir kablo çekmiş, vites körüğünün altından geçirip sigorta panosundan park lambaları devresi üzerinden elektrik vermişti. Kolun altındaki segmanlar plastik olduğu için kol şase almayacağından böyle bir yöntem denemişti. (Anadol arabalarında da kısmen böyledir).
Bu tesisattan çok huylanıyordum. Ama gece vakti vites topuzunun da böyle turuncu-kırmızı ışıl ışıl olmasından memnundum. Aşağı yukarı her gün “şu kabloyu sökeyim” diye aklımdan geçirmeme rağmen elim değmiyordu.

Bir gün işten çıktığımda hava hafiften kararmaya başlamıştı, parkları yaktım. Topuz da yandı. Ben keyifle topuzun ışığını seyrederken birkaç vites değişiminden sonra arabanın içini aniden dumanlar kaplayıverdi. Kola giden kablo kıpkırmızı olmuş, sigorta tablosu civarında da erimiş ve kopup düşerek BMW’nin orijinal velur halı paspaslarını alevlendirmişti.
Şimdi olsa araçlar yine de düzgün bir muayeneye tabi tutuluyor, en azından bir yangın söndürücü var artık. O yıllarda yangın söndürücü pek bilinen bir şey değildi. Göstermelik sprey şeklinde olanları aksesuar olarak Renault 12 SW’lerin arka direklerine takılı olurdu. Zaten Allah göstermesin, bir yangın olsa bunların içinden sadece hava çıkacağından körük niyetine kullanılacak malzemelerdi.

Bende de o bile olmadığından ilk olarak aklıma arkadaki su bidonu geldi. Kaptığım gibi paspasın üzerine döktüm, neyse ki kolayca söndü. Can havliyle asıldığım kıpkırmızı olmuş o ikili kablo elimi yaksa da vites kolundan koparıp attım. Bu arada ortalığı oldukça fazla dumana boğmuş olmalıyım ki çevreden meraklı bir ekip başıma toplanıverdi. Muhabbeti uzatmadan hemen oradan yürüyüverdim, arabayı da evin önüne çektim.

Güzelim taban halısının bir karış kadar kısmı yanmıştı. Ben o halının güzelliğinden dolayı arabaya kauçuk paspas bile koymuyordum halbuki. Üzüldüm biraz ama yine de ucuz atlatmıştım.

Arabanın içerisi bir hafta kadar tütsülenmiş tavuk gibi koktu. Daha sonra yavaş yavaş bu koku kayboldu. Bu arada İstanbul’a giden arkadaşlarıma bir adet orijinal 2002 vites kolu ve topuzu sipariş etmeyi de unutmadım. Oldukça tuzlu bir fiyata getirseler de kolu orijinaliyle değiştirdim.

O hafta sonu İstanbul’dan misafirlerimiz geldi. Yakın bir civardaki akrabalarından sonra bize de uğramak istemişler. Onları sabah erken otogarda karşıladım. Akşam otobüsüne de dönmek için bilet aldılar.<
Biraz dinlendikten sonra hep beraber BMW’ye binerek şehrin tarihi ve turistik yerlerini şöyle bir dolaştık. Onlar da benim gibi arabalara meraklı insanlardı. Otomobilin orijinalliği, temizliği, yola gidişi, çekişi çok hoşlarına gitmişti. Ben de kaputu açarak yaptığım bütün işleri ve arabanın orijinalliğini göstererek biraz övündüm. Hatta pek adetim olmamasına rağmen ısrarlara dayanamayarak piknik yapmak üzere baraja giderken düz bir yolda eşine de direksiyonu vererek onları sevindirdim. Benim BMW bütün BMW’lerde olduğu gibi devirsiz ve baygın kullanımı sevmezdi. Ama arkadaşımın eşi bir bayana yakışmayacak şekilde devirleri son haddine dayayarak arabayı kullanıp da hakkını verince bizim BMW de keyiflendi, kanatlandı, uçtu. Bizimkiler çok beğenince arabaya müşteri bile oldular, ama benim satmak gibi bir niyetim yoktu. Çünkü bu BMW bana otomobilden ziyade bir eğlenceydi.
Biraz ileride yol asfalttan toprak hale dönüşüyordu. Arabama bir zarar gelmesin diye durmasını söyleyerek onu direksiyondan indirdim. Ancak duracağı zaman dikkatimi çekti, frene bastığı zaman pedal neredeyse tabana kadar dayandı. Neticede araba durdu ama ben huylanmıştım.

Arabaya oturduğum zaman önce fren pedalını yokladım, dibe düşüyordu. Biraz pompalayınca şişer gibi oldu. Onlara bir şey hissettirmeden piknik yapacağımız barajın toprak yoluna doğru devam ettim. Oldukça yavaş ve ikinci viteste seyrediyordum. Neden böyle gittiğimi sorduklarında ise etraftaki doğal güzellikleri daha iyi görmeleri için yavaş gittiğimi söyleyerek durumu idare ettim. Ama arabada fren yoktu.

Gölgelik bir yere arabayı çektik. Dururken iyice yavaşlayıp çaktırmadan el freni ile durumu idare ettim.
Bayanlar yiyecek hazırlama faslına giriştiler. Kaputu açıp hidrolik deposuna baktım. İçinde hidroliğe dair bir şey yoktu. Eğilip ön fren hortumlarına baktım. Soldaki fren hortumu aynen diğer kauçuk aksamda olduğu gibi kanserliydi, yani her tarafından çatlaktı. Patlaması an meselesiydi. Ama sağdaki bitmişti. Tam  tekerleğe yakın yerden patlamış ve dolayısıyla bütün hidroliği buradan dışarı vermişti.

Kadınlar böyle konularda çok hassas olurlar.O yüzden arkadaşıma bu konuyu anlattım ama bayanlara hissettirmemeye karar verdik. O zamanlar cep telefonu henüz icat edilmediğinden kimseden yardım isteyebilme şansım yoktu. Belki arabayı çekerek bir yerlere götürtebilirdik ama kime ve nasıl haber verecektik, bilemedik. İş başa düşmüştü, bir şekilde buradan geri dönecektik. Yapılabilecek en doğru hareketin bu hortumu körleyerek frenin biraz olsun tutmasını sağlamak olduğuna karar verdim. Hiç frensiz gitmekten iyiydi.
Arabayı sağ tekerleğini yüksekçe bir toprak yığını üzerine çıkararak altına girilebilir hale getirdim. Arabada pek çok şeyin yedeği hatta fren hidroliği bile vardı. Ama fren hortumunun patlayabileceği hiç aklıma dahi gelmemişti. O yüzden de fren hortumunun yenisi yoktu.

Bagajdan küçük demir testeremi, yan keskiyi, hortumu sökebilmek için kurbağacık anahtarını aldım. Tekerleğe giren kısmından zor da olsa hortumu söktüm. Diğer tarafa oldukça karmaşık bir sistemle takılmış olduğundan oradan sökmemeye karar verdim. Hortumu patlayan yerinden yan keski ile kesmeye çalıştım. İçi hasır şeklinde örgülüydü, kesemedim. Yerden bulduğum ince bir dal parçasını çakıyla incelttim ve patlak yere hortumun sağlam tarafına doğru sıkıca soktum. Fazlalığını yan keski ile kestim. Buraya küçük bir kelepçe attım, iyice sıktım. Yine de kaçıracağını düşünerek hortumu ikiye katladım. Her iki kat üzerine de bir başka kelepçe daha sıktım.
Hidrolik deposunu doldurup arkadaşımı direksiyona oturttum. 10-11 yıldız anahtarımı elime alıp alta tekrar girdim. Freni pompalattırarak kabaca hava alma rekorundan hava aldım. Diğer tekerleğin de havasını alıp hava alma rekorlarını iyice sıktım. Sadece ön tekerleklerin havasının alınmasının yeterli olacağını değerlendirdim. Çünkü zaten ön ve arka tekerleklerin sistemi biribirinden bağımsızdı. Hortumun kıvırdığım yerden kaçırıp kaçırmadığını iyice kontrol ettim. Hiç kaçak yoktu ve pedal da şişmişti.
Oturup bir şeyler yedik. Daha sonra o topal frenle yola çıktık. Ağır ağır da olsa eve geldik. Yolda arkadaşımın eşi tekrar direksiyona geçmek istediyse de çeşitli bahanelerle oyaladık. Akşam da aynı fren sistemiyle otogardan onları yolcu ettik.
Ertesi gün şehirdeki bütün parçacıları dolaşmama rağmen fren hortumunu bulamadım. Bir tanesi telefonla sipariş vererek birkaç gün içerisinde İstanbul’dan otobüsle getirtebileceğini söyleyince razı oldum. Yine oldukça yüksek bir fiyat ödeyerek iki üç gün içerisinde elimde olan bu iki hortumu değiştirdim.
Bütün bunları niye mi yazdım? TÜV Türk araç muayene istasyonlarında yangın söndürme tüpleri boş olan ve fren hortumlarında çatlak görülen araçlar kurallar gereği “ağır kusurlu” olarak refüze edilmekte; pek çok insanımız da buna anlam veremeyerek itiraz etmektedir. Ya da başkalarından emanet olarak aldığı yangın tüpleriyle muayeneyi geçiştirmeye çalışanlara her zaman rastlanmaktadır. Fren sistemi bir aracın can damarıdır. Aslında yaptığım bu uydurma işlem tehlikelidir, doğru değildir, kabul ediyorum. Kendi canı dışında başkalarının hayatını da tehlikeye atmaktır. Çatlak fren hortumları da her an patlamaya hazır oluşları dolayısıyla çok çok tehlikelidir.
Sizler de zaman zaman muayeneye gitmeseniz de bu hortumları kontrol ettirin. Araçlarınızda yangına sebebiyet verebilecek anlattığım gibi uyduruk tesisatlar varsa söktürüp attırın. Yangın söndürme cihazlarınızı da dopdolu bulundurun. Ve de bana özenip olmadık işlere kalkışmayın.
Kazasız,belasız,arızasız günler diliyorum.