Citroen C4 1.6 e-HDi
Görmezden gelinmesi, reddedilmesi imkansız bir dönem yaşıyor Citroen. HDi ile ışıldayan motor teknolojisi açısından değilse de model renkliliği açısından bir hayli yavan geçen, koskoca markanın minik şehir otomobilleri ve hafif ticari araçlara bel bağladığı 21. yüzyılın ilk on yılının ardından önemli bir dönüşüm içinde. Her segmentte belirgin bir kalite artışı ve Citroen’in 1970’lerin başında bıraktığı o kendisine özgü sıradışılığa dönüşünü canlandırdığı günler yaşanıyor. Hani “can yoldaşı” ortağı Peugeot hep bir basamak yukarda konumlanırdı ya, artık Citroen zincirlerini kırmış gibi. Bunun adı elbette ki ortağı Peugeot’ya başkaldırı değil ama grubun birlikte yükselişi olarak değerlendirilmeli.
Gövdenin genelinde hakim zarif hatların önünde umulmadık derecede agresif bir buruna oturtulmuş ‘double chevron’ logoyla çok uzaklardan Citroen olduğunu belli eden C4, bana Fiat Bravo, Alfa Romeo Giulietta ve Opel Astra gövdelerinin Citroen versiyonu gibi göründü. Sınıf standartlarında olması gerektiği kadar geniş, rüzgarla barışık görünecek kadar eliptik, marka kişiliğini koruyacak kadar da kişilikli duruşu tartışılmaz. İlk dikkatimi çeken Citroen-işi uygulamalardan biri de tabii ki ön camın dışına doğru temizleyen silecek süpürgeleri! Temizleme alanı daha geniş olduğundan basit ama önemli bir uygulamayı görmemek olacak şey değil! Ama bunların ötesinde bir şey var ki, o da Citroen’in uzun zamandır -en azından bu segmentte!- ihmal ettiği kalite hissini bas bas bağırıyor!
DS’e özenmekten öte!
Şunu peşinen kabullenmek gerekiyor artık, modern zamanlarda otomotivin üretim standartları, markaları benzer uygulamalarda buluşturuyor. Kaçış yok. Gerek güvenlik normları gerek üretim maliyetleri ve gerekse tüketiciyi yakalayacak modern trendler bu söz ettiğim. Giderek kemikleşen bu yapılar içinde marka kimliği ya da orijinal fikirler diye dövünmek çok da mantıklı olamıyor. Ama marka mirasında inat edip bu yolu seçenler hemen fark ediliyor! Citroen, yeni C4’te bunun üzerine oynamış ve gördüğüm kadarıyla da o ruhu yakalamış. Önceki C4’te göbeği sabit, volanı dönen direksiyonla ‘kraliçe’ DS’e “özenmekle” yetinen Fransız üretici, bu kez işi biraz daha ciddi tutmuş. Kişisel olarak böyle görmek istediğimden değil, daha kabine girdiğim anda kendi adıma son 20 yıldır gördüklerimden farklı bir Citroen’de olduğumu anladığımdan. Koltuklarının yapısından “trendy” yüksek kokpit tasarımına kadar her şeye farklı yaklaşılmış C4’te. Ama sonra sonra anladım ki bu ilk fark ettiklerimden çok fazlası varmış. Yumuşak dokunuşlu malzemeden üretilen kokpitin her bölümünde kalite algısı yüksek, en azından bu sınıftaki bir Fransız otomobilinden beklenmedik kadar! Geçmişin BX’inde, Saxo’sunda eğreti duran kumandaların kulaklarını çınlattım, ‘suçları neydi ki’ diyerek… En dikkat çekici, yok yok, doğru kelime şaşırtıcı olmalı, en şaşırtıcı kumanda, hep kullanmak zorunda olduğunuz vites kolu. 1980’lerde Commodore 64 kişisel bilgisayarların oyunlarında kullandığımız joystickleri anımsatan minicik bir kol, C4’ün bütün harekat emirlerine kumanda eden bir mekanizma kimliğinde. Aslında yaptığı iş diğer otomatik şanzımanlı otomobillerin iri iri kollarından farklı değil ama yapı her görene mutlaka bir daha baktırıyor! Bu kolun arkasına bir de elektro hidrolik el freni butonu yerleştirilmiş.
Citroen C4, kullandığım ikinci stop/start üniteli otomobil. İlki -belki benim acemiliğimden!- olmadık yerlerde stop ederek beni biraz sıkıntıda bırakmıştı ama bu kez kıyaslama şansı karşımda duruyor, Citroen’in e-HDi ibaresinin anlamı da burada çözülüyor… Motor ile ilgili yapacak çok fazla yorumum yok. Çünkü PSA’nın 2001 yılından bu yana üretilen DV4 kodlu HDi motoru, teknolojisini de kendisini de DV6 versiyonuna doğru geliştirerek Ford’dan Volvo’ya bir çok markada kendisine yer bulabilmiş, sorunsuz, ekonomik ve performanslı bir makine. Yola çıktığımda ilgim ‘e’ takısına doğal olarak! Yoksa, maksimum torku 285 Nm’ye kadar yükseltilebilmiş motorun sessizliğine, çekiş gücü ve 4 gün boyunca karma kullanımda 100 km’de 4.9 litre ortalamasına sabitlenmiş yakıt cimriliğine söyleyebilecek fazla söz yok, keyfine varmak, keyfini sürmek gerekiyor. 112 HP gücündeki motor, otomobili akıcı bir şekilde hızlandırabiliyor. Vites değişimlerindeki kesintilere karşın memnun kalmamak imkansız.
Stop/Start hissettirmeden işliyor!
Audi A1’de yaşadığım acemiliği C4’te de yaşıyorum, ‘Tamam da nasıl çalışıyor bu e-HDi?’ diye söyleniyorum hatta… Bu merak, ta ki Boğaziçi Köprüsü geçişine kadar sürüyor. Köprü trafiğindeyim… Duruyorum, kalkıyorum, duruyorum… Tamam motor zaten sessiz çalışıyor ama ben o her durduğumda motorun da önce minimum devre inip sonra tamamen fişten çekilmiş gibi kendini kapattığını epey bir duruştan sonra fark ediyorum! Meğer şehir trafiğinde de ben fark edene kadar aslında bir kaç kez stop edip yeniden çalıştırmış kendisini! Fark etmemişim, keza ayağımı fren pedalından kaldığırdığım anda çalışmasını da hemen ardından tabii… Hayır hiç gülmeyin, o kadar ustaca sağlanmış ki bu robotize düzenek, aksamasız, marş motoru sesi duyulmadan tıkır tıkır işliyor! Tabii bundan otomobilin yalıtımının ne kadar iyi olduğu sonucunu da çıkarmalısınız! Ama stop ederken değil de ayak fren pedalından kaldırıldığında alttan gelen mekanik sesi bir kenara not almak gerekiyor! Herkes duymayabilir ama duyanlar da duymak istemeyebilir! Gösterge tablosunda bu stop/startların toplamda ne kadar zaman yakıt harcamadığınızı gösteren bir sayaç da var, yarım saati bulan bir köprü geçişinde motorun 6 dakikaya yakın çalışmıyor olması, cepte kalan parayı anlatıyor! Damlaya damlaya göl olur! Otomobil, bir konfor aracı, performans ispatı peşinde değil ama turbo dizel gayet istekli bir şekilde hızlanıyor, yol açıksa da akıp gidiyor. HDi motorlar kendilerini kanıtlayalı çok olduğu için üzerinde durmak istemiyorum artık.
Yaklaşık 60 bin lira değerinde bu kullandığım versiyon. En dolusu, cam tavandan yan aynalarda kör nokta uyarısına, önde ve arkada park sensörlerinden bluetooth bağlantısına, navigasyon sistemine… eksiksiz güvenlik sistemleri zaten default! Saymakla bitmiyor, kokpit elektronik oyuncaklarla dolu. Ama bu oyuncakların her biri diğerinden daha fonksiyonel sanki! Aralarında navigasyon çağı yaşanırken pusula gibi benim manasız bulduğum bazıları da yok değil tabii… Ağzımdan otomatik olarak “Tanrı yaşlı kullanıcıların yardımcısı olsun…” kelimeleri dökülüyor. Gerçekten de otomobil çok değişiyor, elektronikleştikçe öğrenilmesi gereken kumanda sayısı da fonksiyonlar da artıyor! Yakında geleneksel mekanik otomobiller bulmak güçleşecek gibi…
C4’ün robotize otomatik şanzımanı, ilk ortaya çıktığından beri iyi tanıdığım bir sistem. Aslında tamamen mekanik bir şanzımanın ayrıca bir elektro hidrolik ünite tarafından ‘adımıza’ vites değiştirmesiyle yaratılan bu otomatikleştirilmiş sistemler, ilk zamanlarında kilitlenmeleriyle çok sıkıntı yaratıyordu. Artık 10 yaşına ulaşabildikleri düşünülürse bu sıkıntıların geride kalmış olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü Mercedes-Benz’den Alfa Romeo’ya, Citroen’den Opel’e, her birinde defalarca -şanzıman kilitlenmesinden!- olmadık yerlerde yolda kalmışlığım var! Otomatik ya da manuel olarak kullanım imkanı sunulan sistemde değişimler direksiyonun arkasındaki kollarla da yapılabiliyor. Pratikte sürücünün kullandığı şanzımanın mekanik mi, elektronik mi, nükleer mi (!) olduğuyla çok da ilgisi olmuyor, herkes sonuçla ilgileniyor. Sürüşteyse hissedilen şu, vites değişim devri geldiğinde özellikle düşük hızlarda kısa süreli bir kasılma, esneme ve değişim hissediliyor. Hız arttıkça bu etki de giderek yok oluyor. İşte otomobili değerlendirirken böylesi değişikleri sevenler ve sevmeyenler diye ayırmak çok daha doğru olacaktır.
C4’te sevmediğim iki unsur var, bunlardan ilki gösterge tablosu. Aslında tasarımıyla, değişebilen aydınlatma rengiyle ilgi çekiyor ama özellikle gündüz sürüşleri sırasında gözleri yoldan ayırıp hızı görmek oldukça zor! Zaten o an anlıyorum ki, hız göstergesinin ortasında istenirse dijital olarak seyredilen hız rakamı da görüntüye getirilebiliyor! İkincisi, yüksek hızlarda konfor öncelikli süspansiyonun neden olduğunu düşündüğüm yaylanma ve stabilite kayıpları. Ama bu durum konfor arayan sürücüleri hiç rahatsız etmeyecektir. Yukarıda yazdığım start anında duyulan mekanik sesi de eklersek üç. Bunlar hesaba katılır ve artılar eksiler masaya yatırılırsa bu şık otomobile neden sahip olunması ya da olunmaması gerektiği netleştirilebilir.
2 Yorumlar
Bu araç gerçekten mükemmel ve sınıfının en iyisi.
Sınıfın en iyisi 🙂
Yoruma kapalı.