Hasan Usta…
Aslında bugün size sanayi sitelerini, oto tamirinde kullanılan anahtarları, bunların çeşitlerini, Whitworth anahtarları, kullanma usullerini falan anlatacaktım. Ama pek de sizleri sarmayacağını düşündüm. Hatta yazım hazırdı bile. Okudum, bana da ilginç gelmedi, vazgeçtim.
Onun yerine size bir sanayi macerası anlatacağım. Yine yaşanmış bir olay, herkesin yaşadığı ilginç sanayi maceralarından birisi.
Yıl 1995. Üç arkadaş İstanbul’dan bir iş için İzmir’e gidiyoruz. Arabamız 1993 model bir Doğan.
Hepimizin iyi kötü şoförlüğü olduğu için zamandan kazanmak için de akşam yola çıkmaya karar verdik. Arabanın sahibi olan arkadaşım Yeşilköy’de oturuyordu. Beni Zeytinburnu sahilinden, diğer arkadaşı da Bostancı kavşağından aldı ve güle oynaya yola çıktık.
Körfezi araba vapuru ile geçip Yalova’ya ulaştık. Bilenler bilir; o yıllarda Bursa’da şimdilerde alış-veriş merkezi olan eski otogarın karşısında çok güzel yemek yapan lokantalar vardı. Bu lokantalardan birinde güzel bir yemek yiyip yola devam ettik.
Arabayı oraya kadar arabanın sahibi olan arkadaş kullanmıştı. Burada şoför değişimi yaptık. Diğer arkadaş direksiyona geçti, ben de bu yemeğin üzerine güzel bir uyku çekmek üzere arka koltuğa yerleştim. Daha Bursa’yı çıkamadan uyuyakalmışım.
Bir ara uyanıp etrafa bakındım, Karacabey civarındaydık. Öndeki arabanın sahibi olan arkadaş da uyumuştu. Ben de tekrar kıvrılarak uykuya devam ettim.
Aniden bir gürültüyle uyandım. Bu arada koltuktan yuvarlanıp araya düşmüştüm. Durduğumuzda ortalık toz duman içerisindeydi. Toz bulutu yatışınca etrafa bakındım, araba devrilmemişti. Sadece yolun kenarında bir hendekte yan vaziyette duruyorduk. Diğer iki arkadaşım da korkudan bir kelime dahi edemiyordu. Aslında ben de çok korkmuştum ama belli etmemeye çalışmıştım.
Kapıları açıp dışarı çıktık. Yoldan aşağı yukarı dört beş metre aşağıya düşmüştük. Arabada da hiçbir hasar görünmüyordu. Motor çalışıyor, farlar, stoplar yanıyordu. Lastikler, jantlar sağlam görünüyordu.
Biz uyurken direksiyondaki arkadaşım da bize özenip uyumuş ve bu hendeği doldurmuştu.
Nerede olduğumuzu sordum, o korkuyla cevap veremedi. “Galiba Balıkesir’i geçmiştik” diyebildi.
Hendek çok derin değildi. Dört beş metre ileride hendek düzleşiyordu. Buraya kadar arabayı götürebilirsek oradan tekrar asfalta çıkabilirdik. İlk korkuyu atlattıktan sonra uğraşırsak arabayı kendi imkanlarımızla buradan çıkarabileceğimizi değerlendirdik. Ve hemen işe koyulduk. Direksiyona arabanın sahibini geçirdik.
Biz de iterek yardımcı olmak üzere arabanın yanında yerimizi aldık. Araba biraz ilerledikten sonra sol arka tekerlek bir çamur birikintisine girdi, patinaja düştü. Neyse ki yan duruşu düzeldi. Bu durumda bize de arkaya geçip ittirme görevi düştü.
Arkadaşım gaza yüklendikçe arabanın arkası daha da çok gömüldü. Biz “dur, basma, yavaş” diyene kadar neredeyse kasaya kadar oturdu. Bu defa ters istikamette ittirerek zor bela bu çamurdan arabayı kurtardık. Çamurlu kesime etraftan topladığımız büyük taşları attık. İkinci denemede bu bölümü çok rahatlıkla atlayıp asfalta çıkabileceğimiz noktaya kadar geldik.
Artık yola tekrar dönebilmek için bir hamlemiz kalmıştı. Hendeğin bu bölümünde de biraz çamur vardı. Araba yeniden patinaja düşmüş ancak bu defa gömülmemişti. Bütün gayretimizle biz arabayı ittirmeye uğraşırken arkadan çekişli Doğan yerdeki bütün çamuru da üzerimize sıçratıyordu. Direksiyondaki arkadaşım da inadına öyle bir gaz veriyordu ki ortalık egzost dumanı, çamur zerresi ve dumana boğulmuştu. Biz arkadan ne kadar “gaz vermeeee” diye bağırsak da bizi duymuyor, yüklendikçe yükleniyordu.
Yaklaşık dört beş dakika süren bu mücadeleyi kazanmıştık. Araba tekrar asfaltın üzerindeydi. Arabadaki bezlerle üstümüzü, ayakkabılarımızı temizledik. Arabaya bindiğimizde o çok iyi bildiğim kokuyu duydum. Araba yanık asbest kokuyordu. Büyük ihtimal debriyaj balatası bu telaşe arasında yanmıştı. Arabayı çıkardığımız yol rampa aşağı pozisyondaydı. Direksiyondaki arkadaşıma debriyajı kontrol etmesini söyledim. “Hiçbir şey yok, normal” dedi. Halbuki bence o balata yanmıştı. Tekrar yola koyulduk.
Bulunduğumuz yer “Değirmen Boğazı” olarak bilinen bölgeydi. Yani arkadaşımın söylediği gibi Balıkesir’i geçmemiştik henüz. Bu rampanın altında bir düzlük ve de düzlüğün sonunda da Balıkesir vardı.
Rampayı sorunsuz indik. Düzlüğe geldiğimizde arabanın beşinci viteste bağırmasına rağmen gitmediğini farkettik. Evet bu kurtarma harekatı bizim Doğan’a debriyajı yedirmişti. Çünkü koku halen de devam ediyordu.
Balıkesir’in girişinde bir benzin istasyonuna hem dinlenmek ve hem de durumu değerlendirmek üzere girdik. Benzin alacağımızı zanneden pompacı koşarak yanımıza geldi. Demek ki o da biraz işten anlıyormuş, arabayı koklayarak ”geçmiş olsun ağabeyler” dedi.
Biz bu benzin istasyonunu bulduğumuzda vakit geceyarısına yaklaşıyordu. Bu saatte kimi bulur, kime bu arabayı yaptırırdık. En güzeli arabayı burada emin bir yere bırakıp otobüsle devam etmek ve iş bitiminde gelip arabayı yaptırmaktı.
Biz aramızda durum değerlendirmesi yaparken pompacı “ağabey isterseniz size bir usta bulurum” dedi. Şaka yapıyor sandık. “Benim tanıdığım bir usta var, ararsam gelir, bu balatayı değiştirir” dedi. Arkadaşım “gecenin bu vaktinde de gelir mi? Hem de bu balata işini ben bilirim serviste bir günde zor bela değiştirmişlerdi” dedi.
Pompacı israrla “ağabey, bizim Hasan Usta’ya bu işler vız gelir, arayayım gelsin, çabucak değiştirir” dedi.
“Pekala, çağır bakalım” dedik. Ofise telefon etmeye gitti. Biraz konuştuktan sonra elindeki askıda üç çayla dışarı çıktı, “şimdi geliyor ağabey dedi.
Yaklaşık on dakika sonra Balıkesir istikametinden jet hızıyla gelen eski kasa bir Doğan yanımızda durdu. İçinden esmer, kısa boylu, orta yaşlı, bıyıklı ve de sevimli bir usta indi. Bize selam verdi. Anahtarı istedi ve çalıştırıp arabayı şöyle bir kontrol etti. Hemen stop edip arabasının bagajından çıkardığı halatı kendi arabasının arkasına bağladıktan sonra yanımıza geldi. “Arkadaşım bu debriyaj bitmiş. Şayet evet derseniz yanımda baskı, balata, bilya seti de getirdim, benim sanayideki dükkanımda bir saat içinde değiştiririz” dedi.
Dönüp biribirimize baktık. Bu usta “bir saat” diyerek bize palavra atıyor olsa da arabayı buralarda bırakıp otobüslerde sürünmekten iyidir deyip balatanın değiştirilmesini beklemeye karar verdik. Saat henüz onikiydi. Dört beş saat sürse sabaha karşı yola çıkar, yine vakitlice İzmir’de olabilirdik.
“Tamamdır usta” dedik ve de o önde biz arkada hemen benzinliğin karşısındaki sanayi sitesindeki dükkana yollandık.
Usta konuşmayı çok sevmeyen birisiydi. Sadece bize emir veriyordu. Kapıları açtıktan sonra arabayı dükkanın içine aldı, ışıkları yaktı. Diğer arkadaşa “şurada küçük tüp, çaydanlık, çay ve şeker var, bardaklar da orada. Bir çay demle de hepimiz içelim” dedi ve işe koyuluverdi.
İş için gereken takımları, seyyar lambayı ve debriyaj setini alıp arabanın yanına gitti. Bizim Doğan’ın ön ve arkasını alel acele garaj krikosu ile kaldırıp tekerleklerin altına sehpalar yerleştirdi. Hemen şaftı söküp aşağı aldı. Şanzumanı gevşeterek biraz geriye çekip şanzuman krikosu üzerine aldı ve kendisine çalışabilecek kadar yer açtı. Bizim çaydanlık kaynayıp da çay demlendiğinde önce eski baskı, daha sonra da eski balata alttan dışarı sürüldü.
Bu iş bitince çıkıp yanımıza geldi. Eski baskı ve balatanın durumunu kısaca izah etti. Bir sigara eşliğinde bir bardak çayı da çabucak içti ve tekrar arabanın altına süzüldü. Biz birkaç çay daha içerken arabanın altında sadece cırcır lokma kolunun cırcır sesi duyuluyordu. Belli ki balatayı merkezlemiş ve de baskıyı volan üzerine sabitliyordu.
Birazdan aşağıda hareketler çoğaldı. ”Ustam yardıma ihtiyaç var mı?” diye seslendik. Cevap bile vermedi. ”Kütürt” diye gelen bir ses şanzumanın yerine oturduğunu bize anlattı. Tekrardan anahtar seslerini duyduk. Şaft şıngırdayarak yerine takıldı. Ve yaklaşık beş dakika sonra Hasan Usta arabanın altından çıktı. Önce öndeki sonra da arkadaki sehbaları alarak arabayı indirdi. Arabaya binip çalıştırdı. Birkaç ileri geri hareketten sonra stop etti. Kaputu açıp debriyajın ayarını da yaptıktan sonra anahtarları bize uzattı, ”buyrun siz deneyin beğenmezseniz ayarını düzelteyim” dedi. Hiç söylenecek bir şey yoktu. Mükemmel seri bir işçilik ve mükemmel bir debriyaj ayarı bizi oldukça şaşırtmıştı.
Sadece “ustam borcumuz nedir?” diyebildik. İşin gerçeği ben gece vakti yatağından kalkıp gelen ve bu kadar kısa bir sürede işi halleden bu ustanın bizden yüklü de bir para isteyeceğini düşünüyordum. Ama başa gelen çekilirdi.
Hasan Usta parayı söylerken o eski sert tavrını bıraktı. Utana sıkıla “setin fiyatı acentede şu kadar, bana da ne verirseniz verin” dedi. Hayretler içinde kalmıştık. Çünkü biz atelyeden içeri gireli 45 dakika olmuştu. Arabamız tastamam hazırdı. Ve usta ne verirseniz verin diyerek en zor parayı istemişti.
Bu olayın üstünden 17 yıl geçti. Hasan Usta artık yaşlanmış ve de muhtemelen yaşından dolayı bu işleri bırakmış olabilir. Kendisine selam olsun.
Balıkesir Sanayi Sitesi yaptığı başarılı işlerinden, dürüstlüğünden, bilgi ve becerisinden dolayı onu uzun yıllar hatırlayacaktır. Ömrüm boyunca gördüğüm en büyük ustalardan biridir.
Hasan Usta’nın çırağı, kalfası yoktu. Zaten de çalıştığı dükkan da kendisinin değil aslında bir kaporta dükkanıydı. Her işi tek başına yapıyordu. Keşke kendinden sonra onun bu prensiplerini bilip uygulayabilen birileri olsaydı.
İşte benim hatırladığım en ilginç sanayi sitesi hikayem de bu. Tekrar ediyorum, bu olay tamamen gerçektir. Hasan Usta 1990’lı yıllarda Balıkesir Sanayi Sitesi’nde sevilen ve bilinen bir ustadır. Gerçekten bir Doğan baskı balatasını hem de bir çay ile bir de sigara molasıyla 45 dakikada değiştirmiştir.
Herkese selamlar…
M.Ali Sade
2012
3 Comments
Zevkle okudum.Teşekkürler M.Ali Bey. Keşke her şehirde bir Hasan usta olsa.
Anlatım harika. Gerçekten de ne verirseniz verin lafının adını koymak zordur. Kimin hakkı geçer bilemezsin.
Hasn Usta’ya ve dürüst, işini bilen bütün ustalara benden de selam.
Ben 15 yaşında bir gencim. Ama keşke 1980’de doğmuş olsaydım. Eski hikayeleri okudukça içim bir hoş oluyor. Bu hikayeleri biraz daha yakın aralıklarla yayınlasanız daha iyi olur. Her yazıdan sonra sıradaki yazınızı heyecanla bekliyorum. Bence bir kitap yazmalısınız. Ömer Faruk Yılmaz
Comments are closed.