İçinden otomobil geçmeyen yazı

 İçinden otomobil geçmeyen yazı

Otomotiv edebiyatına giriş yaparken, konu bulmakta zorlandığımı itiraf etmeliyim. Bunu okuyunca şaşıracağınızı biliyorum. Değil Türkiye, dünyanın açlıkla mücadele etmeyen herhangi bir yerinde gündelik yaşamdan “araba”yı söküp alamazsınız. Sanayi devriminden bugüne kadarki zamanın herhangi bir kesitinde, içinde “araba” olmayan bir film, bir hikaye, başka bir sanat ürünü yaratmanız zor. Dolayısıyla bu alanda konu bulmakta nasıl zorlanırsın diyeceksiniz. Hatta “o zaman boşuna kendini yorma!” da diyebilirsiniz.
Ama özellikle editörümün “anı filan olmasın da aman!” şeklindeki uyarısını da dikkate alarak, kolaya kaçmayacak ve bebekliğime kadar giden “araba” anılarıma bu yazıda değinmeyeceğim.
Doğrusu, benim gibi bir acemi için bu epey zor olacak. Ekmeğini, arabalar ve bunların bileşenleri üzerine yazarak kazanan onca ustanın ve hatta kalemi kuvvetli olup ta arabalarla yaşadıkları uzak-yakın her türlü ilişkiyi ustaca kağıda dökebilen başkalarının yanında…

Bu arada niye “araba” deyip durduğumu da açıklayayayım: Sokakta rastgele bir çocuğa “otomobiliniz var mı, markası ne?” diye sorun. Size uzaylı görmüş gibi bakakalacaktır. Onun için koskoca otomotiv endüstrisi, bir “araba”dan ibarettir. Çoğumuz için de geçerli değil mi bu?
Sedan, hatchback, notchback, wagon, tourer, GT, GTI, RS, SUV, crossover, supersport, monospace, pick-up, hafif ticari, aile aracı, benzin, mazot, KDV, ÖTV, A segmenti, B segmenti, Z segmenti ve saire…
Tümünü özetlemeye tek kelime: a-ra-ba.
Bu arada Anadolu’nun bazı köşelerinde “taksi” kelimesi de aynı anlama gelebiliyor her nasılsa.
At arabası değil, el arabası değil, kağnı değil, fayton değil, kamyon değil, tekerlekli başka bir şey değil, motorlu bir araç; Araba.
Dolayısıyla otomobil, bugün benim konum değil. Bunu yazarak da, yazının başlığını iki kez delmiş oluyorum!
O zaman delmeye devam; Otomobil “Lüküs Hayat”tır, Jöntürktür, Frenktir, Monşerdir, köşkün şoförüdür, birazcık “gavur”dur sözün kısası.
Ama araba bizdendir, kimi zaman “ılgıt ılgıt Anadolu”dur, Anadoldur, Doğan görünümlü Şahindir, ailenin ferdidir, “arabayla dolaşmak”tır, arabalı vapurdur, daha “Orient”tir, ama ışık da doğudan yükselir!
Araba lüküs müküs değildir artık. Bana kalırsa yüksek teknoloji ürünü dayanıklı tüketim malıdır.

Hakikaten öyle midir?
Neticede bu yazıyı okuyanlar dahilinde hepimizin hayatında büyük bir yeri olan bu araba konusuna, değişik bir açıdan bakmanızı sağlamaktır niyetim.
Bir arkadaşımdan dinlemiştim; katıldığı bir toplantıdaki sunumların birinde, ilginç bir başarı öyküsü varmış. Kullanılmış araç piyasasında faaliyet gösteren bir şirket -bakın buna da “galerici” demiyorum-, basit ama çok ucuz ve etkili bir yöntemle harika satışlara imza atmış: Yeni Araba Kokusu!
İlk bakışta, Amerikalılara ıslak tuvalet kağıdı pazarlamak gibi bir “Zihni Sinir procesi” benzetmesi yapabilirsiniz. Sahi o ‘proce’ neden tutmamıştı?
Evet, bu şirket, temizleyip parlattığı kullanılmış arabaların içine yeni araba kokusu sıkarak, müşterinin tüm duyularına hitap edebilmeyi başarmış. Tıpkı yeni araç üreticilerinin, en iyiyi yakalamak adına, becerikli tasarımcılarla, ses mühendisleriyle, koku uzmanlarıyla çalıştığı gibi, bu şirket te müşteriyi “tavlamak” için etkili bir girişimde bulunmuş. Kaleyi içten fethetmek de diyebilirsiniz.

Editörüme inat, bir anımı da paylaşmadan edemedim; yıllar evvel demolara giderek satmaya çalıştığım bir yüksek teknolojili temizlik cihazının, ortama güzel koku yayabilmek gibi bir özelliği vardı. Bu işlevi, bir Fransız üreticinin arabalarına uyguladığını görünce pek de şaşırmamıştım doğrusu.
Siz hiç ürünleri için özel koku ürettiren bir beyaz eşya üreticisi duydunuz mu? Peki bir buzdolabının ikinci el piyasasında anlamlı bir mali değeri var mıdır?
Bir buzdolabı, sahibinin duygularına, ya da duygusal zekasına hitap edebiliyor mu? Şöyle sorayım, hangi buzdolabı onu kullanana adrenalin, endorfin vb. takviyesi yapıyor?
Aranızda bulaşık makinesi çalıştırırken güzel bir müzik açıp, günlük hayatın dertlerinden bir nebze sıyrılabilen var mı? Örnekleri çoğaltmak mümkün tabii ki.
Uzatmayalım, insanlarla arabalar arasındaki bağ, başka hiçbir endüstriyel üründe olamayacağı kadar “özel”dir. Ancak bu durum sırf yurdumuza özel değil; yukarıda bahsettiğim yeni araba kokan eski arabalar, tam da Avrupa’nın göbeğinde bulunuyor çünkü. Bazı hanımlarda, arabalarına isimler takma adeti görülmüş. Hollywood’dan bir çağrışım; erkeksi imajınıza asi, özgür, ve aykırı cilasından atacaksanız, 64.5 Mustang kullanacaksınız, cabriosu da Şam’da kayısı olur.
Arabaların başrol oynadığı -Oscar vermiyorlar ama- filmler, romanlar da var!

Sonuçta, salt ulaşım değil, yol arkadaşlığı, eğlence, prestij, ve benzeri ihtiyaçlarımızı da gayet güzel gideren bu makinelere bağlılığımız büyük!
Atalardan gelen kültürel mirasımız da cabası…

Volkan Coşkuner