Neden yerli motor yap(a)mıyoruz?

İleri seviyede birçok mühendisimiz var. Üretim mühendisliği ülkemizin en güçlü olduğu konulardan birisi. Yine de kendi motorumuzu yapmıyoruz. Yapsak da neden çalışm(a)mıyor?

Şu korona salgını, esaret günlerinde evde otururken, daha önceden olmadığı kadar çok internette dolaşıyorum, forumlarındaki konuşmaları okuyorum. Gezintilerimde genellikle ülkemizde otomobil dünyasında neler olmuş, kimler neler söylemiş daha çok ilgimi çekiyor.

En çok yazılan çizilenlerin başında yerli otomobil, onun elektrikli motoru ve yerli motoru neden yapmadığımız ya da yapamadığımız konusu var. E bu konuda benim de söyleyecek birkaç kelimem var tabii ki.

MasterChef yarışmasında Mehmet şefin yarışmacılarda sıkça eleştirdiği bir işi yapalım ve ateşin bulunmasından başlayalım. Yani bir motorun geliştirilmesindeki ilk andan başlayarak şu işi netleştirelim.

İlk içten yanmalı motor 1876 yılında Nikolaus Otto, ilk dizel motor ise 1900 yılında Rudolf Diesel tarafından çalıştırıldı. Yani, yaklaşık 145 yıl öncesinde bulunan bir teknolojiden bahsediyoruz. Sistemin çalışma prensibi hep aynı. Yakıt ve hava karışımı içeren bir gazı sıkıştır. Yüksek basınç ve sıcaklığa ulaştır ve bir kıvılcım ile yak ve patlat. Bu prensip hiç değişmedi. Ancak teknolojideki gelişme ve değişimlerle 145 yıl sonra bugün bile, içten yanmalı motor teknolojisi gelişmeye devam ediyor ve daha geliştirilecek çok şey var.

O halde biz neden yapamıyoruz? Bu gelişmelerin hemen hemen hiçbir tanesi sır değil. Motoru sattığınız anda bu bilgiyi de ister istemez satıyorsunuz. Tersine mühendislik yapalım. Alalım bir Alman otomobili, çıkaralım motorunu, tek tek her parçasını kopyalayalım.

Tamam, şimdi elimizde bir kopyalanacak bir motor var. Ülkemizde çok tecrübeli mühendislerimiz de var. Haydi başlıyoruz.

Nasıl yani Mercedes’in içinden Renault motoru mu çıktı?? Koskoca Alman firması dizel motorunu Fransız firmasından mı almış? Bir de o motor Fransa’da değil de başka bir ülkede mi üretilmiş?

Elimizde örnekler var, iş gücü var neden yapmıyoruz?

Anlatayım, buradaki problemimiz teknikten daha çok ticari zorluklar.

Her yeni geliştirilen üründe olduğu gibi, motor geliştirilirken de bazı kararların, ilk anda verilmesi gerekir. Verilen o cevaplar yani kararlar sonradan değiştirilemez.

Birkaç esas soruyla başlayalım. Motorumuz ne yakacak, benzinli mi dizel mi yoksa hibrid mi? Hacmi ne kadar olacak? Kaç silindirli olacak, gücü ne olacak?

Yukarıdaki soruların cevaplarını mühendisler verecek sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu soruların cevaplarını pazarlamacılar veriyorlar. Evet pazarlamacılar, aracın satılabileceği potansiyel pazarlara bakıp, “Bana şöyle bir motoru olan bir otomobil yapın” diyorlar.

İşte tam burada konsept motor ortaya çıkıyor. Her şey bu konsept motor ile başlıyor.

İşin başı para. İlk sorulacak soru bu motor kaça mal olacak?

Daha tasarımı bile yapılmamış konsept bir motorun her bir parçasının kaça mal olacağını tek tek hesaplanmalı.

Örnek üzerinden gidelim; Her motorda mutlaka olan bir V kayış kasnağı. Bunun maliyetini hesaplayalım.

İlk soru “Make or Buy” yani otomobil fabrikasında mı üretilecek? Satın mı alınacak? Bunu yapacak makinamız var mı? Bunu yapabilecek tedarikçi var mı? Elimizde ne makina var ne de yerli tedarikçi var. Bu durumda ya yatırım yapıp makine alacağız ya da parası olan ve bu işi yapabilecek bir tedarikçi bulacağız.

Yerli tedarikçilerin içinde bu işi yapabilecek yetkinlikte olanı yok. O zaman ya tedarikçimiz yabancı bir ortakla evlenecek. Ya da kendi işleme makinamızı alacağız.

Tabii ki tedarikçilerden alınamayacak parçalar da var. Her biri için hesaplamalar yapıldı. Yatırım miktarı ortaya çıktı. Sonuç olarak konsept motorumuzun fiyatı belli oldu.

Sıra geldi gerçek motoru tasarlamaya. Simülasyonlarla desteklenmiş binlerce parça tasarımı yapılacak. Tasarımda ve simülasyonda problemsiz çalışsa bile gerçek hayatta imalat sırasında bir yığın sorun çıkıyor. Hele birde o parçaları ilk kez üretiyorsanız, elinizde geçmişten gelen bir bilgi birikiminiz yoksa işiniz çok zor. Kırılan bozulan parçalar, çözümlerin uygulanması, ardından yeni denemeler yapılması gerçekten çok meşakkatli, pahalı ve zaman alan işler.

Her bir parçayı kaç kez yeniden tasarlamak zorunda kalacağınızı, son motora ulaşana kadar kaç deneme yapacağınızı düşünün.

Diyelim ki hem zamanımız hem paramız hem de insan gücümüz var. Bunların hepsini yaptık.

Bu işin bir de imalat kısmı var. Fabrika kuracaksınız. Makinalar alacaksınız. İşgücü bulacaksınız. Üretim mühendisliği ülkemizin en güçlü olduğu konulardan birisi. Bunların hepsi yapılabilir.

En sonunda da bu motoru sürekli olarak üreteceksiniz. Yani yaptığınız arabaları sürekli olarak satacaksınız. Pazarınız olacak.

İşte en zor kısım burası. Pazarda o kadar acımasız ve yenilikçi rakipler var ki. Siz bu aşamaları geçerken, tasarladığınız konsept motor demode olmuş duruma geliyor.

O acımasız sert ve sizden çok önde olan rakiplerle savaşmak için bol paranızın ve dayanma gücünüzün olması gerekli.

Bugün çok başarılı olan Japonlar ardından da Koreliler tam da bu yollardan geçtiler. Kopyaladılar. Yaptılar. Motorları patladı, yağ yaktı, yollarda kaldılar. Ancak devlet desteği ile ayakta kaldılar.

Onlar kolay rakiplerle savaştılar. Bugün bu savaş çok daha zor.

Yöneticilik yaptığım zamanlarda, birlikte çalıştığım arkadaşımın gelip “işin nasıl yapılamayacağını” anlatmasından hiç hoşlanmazdım. Bu yazı maalesef öyle oldu. Nasıl olabileceğini anlat derseniz.

Bence en kolay yol zarardaki bir otomobil firmasını satın almak derim. Yakında el değiştiren bir sürü otomobil firmasından birisi satın alınabilirdi.

Bir firma satın alındığı zaman, ele geçirilen onların malı mülkü değil, onların uzun yıllardır elde ettikleri tecrübeleri ve insan güçleri. Onların şartnameleri, test prosedürleri, imalat mühendislikleri. Onların pazarlama ve satış sonrası teşkilat ve tecrübeleri.

TOGG’da çalışan çok değerli arkadaşlarım var. İşlerinde çok iyiler, başarılılar. Ama önlerindeki yol çok uzun ve zorlu.