12 Eylül, trafik kontrolu, kızlar ve 1973 VW…

 12 Eylül, trafik kontrolu, kızlar ve 1973 VW…

12 Eylül darbesinden sonraki günlerdi. Mahallemizde dolaşırken bir arkadaşımı tertemiz bir Volkswagen’in kaputunu açmış uğraşırken gördüm. Herhalde yeni aldı diye düşündüm ve “güle güle kullan, hayırlı olsun” diye seslendim.

O da arabanın onun değil teyzelerinin olduğunu, teyzesinin kızlarının bir akrabalarının yanında kalmak üzere Çorlu’ya gittiklerini, kızları getirmek için arabayı teyzesinin kendisine verdiğini, yarın sabah da yola çıkacağını, aslında pek de şoförlüğü olmadığından bu işten çekindiğini anlattı.

Ve de hazır beni görmüşken benden bu arabayı Çorlu’ya götürmek için yardım istedi. Dönüşte yardıma ihtiyaç yoktu, nasıl olsa arabayı kızlar kullanacaktı.

Trakya yollarını sevdiğimden ve de bana da güzel bir gezme olacağından bu teklifi seve seve kabul ettim. Arabayı da beğenmiştim çünkü.

Kısaca Volkswagen’lerden de bahsedelim. O yılların tutulan otomobillerinden olan bu Volkswagen’ler oldukça sorunsuz arabalardı. Hava soğutmalı oluşları dolayısıyla yazın çok sıcaklarda ufak tefek sorunlar çıkarsalar ya da kışın çok fazla ısınmasalar da ekonomik ve sağlam otomobillerdi.

Kaplumbağa modeli bu otomobillerin ülkemizde halen de meraklısı çoktur. Dernekleri, kulüpleri var ve çok da aktif. Hatta Ordu’da öyle meraklıları var ki, bu otomobillere bir de “Yayla Şenliği” düzenliyorlar.

1990larda Ordu’da daha ziyade ağır araçlara yönelik kaporta dükkanı işleten Talat Usta, bütün maharetini göstererek böyle bir 1968 model Volkswagen’in şase boyunu uzatarak limuzin haline bile getirmiş ve bu otomobil ülke çapında nam salmıştı. Otomobil halen de çalışır durumdaydı, bildiğim kadarıyla.

Arkadaşımın uğraştığı araba 1303 Big modeliydi. 1600 cc motorlu, ön camı bombeli, kocaman stoplu, metalik açık mavi renkli içi ve dışı tertemiz bir otomobildi.

Madem yarın beraber gidecektik ufaktan bir kontrol yapıverdim. Otomobilin hazır kaputu açıkken yağ çubuğunu çekerek baktım, yağı tamamdı. Görünürde de bir kusuru yoktu. Arkadaşıma çalıştırmasını söyledim. Hemen çalışıverdi. Karbüratör üzerindeki kuş gagasına benzer gaz koluyla biraz gaz verdim, gaz yiyişi de çok güzeldi.

Kaputu kapattım. Ertesi gün buluşmak üzere sözleşip ayrıldık.

Öğleye doğru evlerinin önünde buluştuk. Arabanın anahtarını bana uzatarak “sen kullansan iyi olur, en azından şehir içi trafiğini sen çık, daha sonra ben alırım “ dedi.

Marşa basıp çalıştırdım. Koltuğu da iyice öne doğru çekerek kendime göre ayarladım. Volkswagen kullanmış olanlar hatırlayacaklardır. Bu otomobilde pedallar altta dikine durur. Şoför mahallinde otururken de masada oturur gibi oturulur. Ayaklar göstergenin bulunduğu panelin altına doğru resmen uzatılır.

Gaz pedalı dert değil de fren ve debriyaj pedalına benim gibi boydan fukara olanların basması için koltuk en ön saflarda yer almalıdır. Çünkü Alman bu pedal sistemini kendi boy ortalamasına göre yapmıştır ve pedallar oldukça uzaktadır. Bir de dikine durduğu için pedala basmak oldukça külfetlidir. Ama belirttiğim gibi bu kusurlar sadece benim gibi kısa boylulara geçerlidir.

Topkapı, Avcılar, Haramidere derken Büyükçekmece’yi bulduk. Hava da oldukça sıcaktı ama güzeldi. Büyükçekmece’de yol kenarındaki bir çay bahçesinde küçük bir çay ve ihtiyaç molasından sonra tekrar yola koyulduk.

Bu defa direksiyona arkadaşım geçti. Aslında şoförlüğü çok da kötü değildi ama cesareti yoktu. İki şeritli yolda kamyonların arkasına takılıp gidiyorduk. Çünkü sollama konusunda da hiç tecrübesi yoktu.

Olsun, vaktimiz boldu. Biraz ona antreman yaptırarak, biraz gülüp sohbet ederek Silivri Murat Çeşme bölgesine geldik.

En başta da bahsettiğim gibi tarih 1981 yılı, yani 12 Eylül sonrasıydı ve burada kurulan bir karakol marifetiyle sürekli trafik, kimlik ve güvenlik kontrolları yapılıyordu. Yoldan geçen bütün otobüsler, kamyonlar ve tır araçlarıyla otomobillerden de şüpheli görülenler durdurularak kimlik kontrolu yapılıyor ve hatta bazılarının içi ve bagajları da aranıyordu.

Yolun sağında iki üç tane Trakya otobüsü kontrol için bekliyordu. Biz onları sollayıp geçerken otobüslerin arasından sanıyorum jandarma idi, birisi işaret ederek çıktı ve bizi de durdurdu.

Nüfus kağıtlarımıza ve de tiplerimize baktı, nereden gelip nereye gittiğimizi sordu, ehliyet ve ruhsatı kontrol etti ve bizi serbest bıraktı.

Daha sonra da Kınalıköprü kavşağından içeri saparak Çanta, Değirmenköy ve Seğmen köylerini geçerek akşam üzeri Çorlu’ya girdik.

Akrabaları Çorlu’nun içinden geçen E5 karayolu kenarında güzel bir apartmanda oturuyorlardı. Bizi içeri davet edip ikramlarda bulundular. Yine de çok karanlığa ve de sokağa çıkma yasağına kalmamak için bir an evvel ikram faslından vazgeçip yola çıkmaya karar verdik.

Bu defa biz arkadaşımla arabanın arkasına geçtik. İki kız kardeşten büyük olanı direksiyona geçti, küçüğü de yanına oturdu.

Ancak kız bu otomobile alışık olduğu için çok rahat ve serbest sürüyordu. Şoförlüğü de oldukça iyiydi. Arabayı benden dahi iyi kullanıyordu. Hele ki arkadaşımda yaşadığımız sollama sıkıntıları, ayna ve sinyal problemleri hiç yoktu.

Volkswagen’lerin en bozuk taraflarından birisi de bu arka koltuklarıdır.

Yazın da motorun sıcağı, gürültüsü ve de kokusu ön taraftan değil ama buradan az da olsa hissedilebilir. Olsun, ne de olsa birkaç saat buna tahammül edebilirdik.

Aynı yolu geri dönmeye başladık. Seğmen rampasını indik, Değirmenköy, Çanta, Kınalı derken yine Murat Çeşme’ye geldik, olası kontrol için yoldaki işaretlere uyarak yavaşladık.

Kızlar Murat Çeşme’yi iyi biliyorlardı. Daha önceden aileleriyle piknik yapmak üzere de buraya gelmişler. Hatta bir gün yeniden hep beraber gelmek üzere de anlaştık.

Yine yolun sağında birkaç otobüs ile kamyon kontrolden geçiyordu. Tam herhalde bize bu defa bakmayacaklar diyorduk ki elinde kırmızı bir flama olan bir jandarma durmamızı işaret etti. Jandarmayı geçip ileride sağda, cepte durduk.

Jandarma “ehliyet, ruhsat ve nüfus kağıtlarınızı göreyim” dedi. Hepimiz kimliklerimizi çıkardık. Torpidodan da ruhsat bulundu.

Görevli arkadaş önce kimliklerimizi kontrol etti. Ve içeriye eğilip tiplerimizle nüfus kağıtlarımızdaki resimlerin benzeyip benzemediğine baktı. Bize de fazla değil ama kızlara epey göz attı.

Evrakların hepsini tek tek ayrıntılarıyla inceledi. Tabii bir şey bulamadı. Arabanın muayenesi, sigortaları ve her şeyi tamdı.

“Bagajı açın” deyip arabanın arkasına geçti. Arkadaşım arkadan sıyrılıp aşağıya indi. Bagajın orada olmadığını, orada arabanın motoru olduğunu söyledi. Ve öndeki bagajı açtı. Jandarma buna biraz bozuldu ama stepnenin havası dahil herşeyi tek tek inceledi ve tekrar ön kapının hizasına geldi.

Arabayı kullanan kıza “bu arabanın iç lambası yanıyor mu?” diye sordu. O da gülerek “tabii ki yanıyor, bakın kapıyı açayım da görün” dedi. Jandarma da güldü. Sıkıyönetim komutanlığının emri gereği bütün araçlarda gece iç lambaların sürekli yanması gerektiğini, yanmayanların trafikten men edileceğini, yolda da herhalde kapı açık gidilemeyeceğini alaycı bir ifade ile anlattı.

Ama gerçek olan bir şey varsa bu arabada kapılar açıldığı zaman ön sol kapı üzerinde bulunan iç lamba yanıyor, düğmenin diğer konumlarında ise yanmıyordu. Bu lambanın üzerindeki düğme bozuktu. Normalde bu düğme yukarıdayken kapılar açık olduğunda yanması, orta konumdayken kapalı olması, aşağıdayken ise devamlı olarak bu lambanın yanması gerekirdi. Düğmeyi orta konuma getirdiğimizde lamba sönüyor ama alt konumda yanması gerekirken yanmıyordu.

Neyseki birkaç acil kurcalama ve açıp kapama sonucu düğmedeki oksiti yok ettiğimizden lamba yanar hale geldi. Gerçi bu ufacık lamba yansa bile pek faydası olacağı söylenemezdi.

Bu arada jandarma da işi uzattıkça uzatıyordu.”Farları yak, sellektör yap, kornaya bas, sinyalleri yak” gibi komutların ardı arkası kesilmiyordu.

Ben işi çözer gibi olmuştum. Belli ki öndeki kızcağızlar bizim jandarmanın hoşuna gitmişti. Her iki kız da oldukça alımlı ve güzel olduklarından ve de biraz da dekolteli giyindiklerinden bizimki gözlerini içeriden alamıyordu. Mesela “silecekleri çalıştırır mısınız?” dedikten sonra eğilerek içeri bakıyor ve “nereden çalışıyor, görebilir miyim?” gibi olmadık sorular soruyordu.

Her kontrolden sonra gereksiz yeni bir şey icat etmeye çalışıyordu.”El frenini çek, bırak, birinci vitese tak, geri vitese tak” gibi hep içeriye yönelik “dikiz” faaliyeti gerektiren gereksiz ve kontrolle alakası olmayan hareketler istiyordu.

Bu arada yazmayı unuttum; benim arkadaşım da aslında İstanbul Davutpaşa Kışlası’nda üsteğmendi. Çok idealist bir yapısı olduğu için bu kontrol noktalarının mutlaka bir amaca hizmet ettiğini, burada görev yapanlara müdahele etmeyi uygun görmediğini, her kontrolda askeri kimliğini ortaya çıkarmayı sevmediğini Çorlu’ya gelirken anlatmıştı.

Ama iş artık çirkinliğe bindiğinden arkadaşım ön bagaj kaputunu kapatıp jandarmanın yanına gitti. Cebinden çıkardığı askeri kimliğini gösterdi ve onu koluna girerek arabadan uzaklaştırdıktan sonra bizim duyamayacağımız sesle uzun uzun bir şeyler söyledi. O da ara ara başını sallayarak bu nasihatlerden ders aldığını gösterircesine sessiz kaldı, oldukça da mahcup oldu.

Jandarma elindeki evraklarımızı arkadaşıma teslim ederken sertçe de bir selam çaktı ve “iyi yolculuklar komutanım” dedi.

Yola çıktığımızda arabada uzun bir sessizlik oldu. Jandarmaya ne söylediğini kimse de sormadı.

Bu arada güneş batmıştı. Ben de uzanıp aldığımız talimat gereği olarak sol kapı üzerindeki iç lambayı yaktım. Cılız bir ışık arabanın içine doğru yayılmaya başladı.

Arkadaşım da arka koltuğun arkasındaki yüklük bölmesini karıştırıyordu.

Buradan hırka gibi bir şeyler bulup kızlara uzattı. ”Şunları bir müsait yerde üzerinize giyin. Bir daha kontrol olursa sizin yüzünüzden yine her şeye baktırmayalım” dedi.

Gülüşüp yolumuza devam ettik. Sokağa çıkma yasağına yakalanmadan da evimizde olduk.

Not: Bu hikayenin kahramanı olan 1973 VW 1303 Big birkaç yıl daha kızlar tarafından kullanıldı. Sonra kızların her biri evlenip yuva kurunca VW ikiye bölünemediği için satıldı. Kızlar da yeni araba almayıp kocalarının arabalarından istifade eder oldular.

Arkadaşım bir süre sonra evlendi. Birkaç yıl sonra da Davutpaşa’dan tayin oldu. Yurdun dört bir tarafını yıllarca dağ-bayır demeden gezdi. Bir daha İstanbul’a gelemedi. Yaklaşık beş altı yıl önce emekli oldu. Şu anda Ayvalık’ta emekliliğin tadını çıkarıyor.

Kızlar da en son evvelki yıl Umre’ye gidip geldiler, şimdi hacca gitmek için sıra bekliyorlar. Yine yaşlarına göre güzel sayılırlar ve şu sıralar altmışlı yaşların keyfini ilk torunlarını severek çıkarıyorlar.

Sözleşmemize rağmen biraraya gelip bir daha Murat Çeşme’ye piknik yapmaya gelemedik. Murat Çeşme piknik alanı da üç dört yıl önce gördüğüm kadarıyla aynen duruyor. Piknik yapacaklara tavsiye ederim. Artık oralarda kontrol da yok.

Herkese selamlar…

M.Ali Sade

2011

2 Comments

  • Anı, araba hakkında resimli bilgi, eğitim hepsi bir arada. Bu ancak M.Ali Üstad’a has olay. Tebrikler üstad. Gençler inşallah bu anıları okuyup tecrübe edinirler. Saygılar.

  • Tebrikler M.Ali Bey bir hatıra ancak bu kadar iyi anlatılabilir bravo.

Comments are closed.