Reklam

Bir gece yolculuğu ve Anadol SL

 Bir gece yolculuğu ve Anadol SL

Gece ve karanlık ürkütücüdür, korkutucudur, gizem doludur. Karanlık çöktüğü zaman gecenin kötülükleri de başlar. İnsan vücudundaki bütün şiddetli ağrılar bile gece tutar. Hiç karanlıktan korkmayan bir çocuk gördünüz mü?

Pekala; gece yolculuğunu sever misiniz?

İşte bütün bu olumsuzluklara rağmen ben de gece yolculuğunu çok severim.

Aşağıya 1976 model Anadol SL el kitabı ve de orijinal broşüründen aldığım resimler eşliğinde karlı-buzlu bir gece yolculuğu anısı ekliyorum, umarım beğenirsiniz.

1990’ların başı olmalı. Bir arkadaşım otomobil almak istiyor. Ama parası kısıtlı. Yeni bir otomobile parası yetmiyor. Kredi falan gibi uzun ve sorunlu işlere de girmek istemiyor. Eski model 131, Anadol gibi otomobillere bakınıyoruz.

Her hafta sonu Cennet Mahallesi’nde kurulan oto pazarına gidiyor, her seferinde de eli boş dönüyoruz. Aklımıza yatan bir araba olmuyor.

Biz araba bakarken yaz geçti, sonbahar da geçti kış kapıya dayandı. Bir gün elimize tesadüfen geçen Yeni Asır gazetesinin küçük ilanlarından İzmir’de satılık hesaplı bir Anadol bulduk. Telefonla görüşüp otomobil hakkında bilgi aldık. Hatta ufak yollu pazarlık da yaptık, satış için gereken evrakları hazır etmesini tembihleyip ertesi gece arabayı almak üzere otobüsle İzmir’e gittik.

Araba Karşıyaka’da Girne Bulvarı civarında bir yerdeydi. Öğleye doğru yerini bulduk, sahibiyle görüştük. Arabayı muayene ettik.

Anadol muayenesi, kasası fiberglas olduğundan dolayı hem kolaydır ve hem de zordur aslında. Çünkü darbelenen fiber kasayı anlayabilmek zordur. Bu darbenin alttaki şaseye ulaşıp ulaşmadığı da çok önemlidir.

Bizim Anadol 1976 model ve SL modeli dört kapılı, kırmızı renkli ve tavanı siyah vinyleks kaplı, karşıdan bakıverince insanın yüzüne gülen bir otomobildi. Özellikle de içi çok temizdi.

Eski otomobillerin durumunun tespitinde iç temizlik çok önem taşır. İçi temiz olan bir arabaya ihtimam gösterilmiş demektir. Sahibi günde iki paket uzun Samsun sigarası içmesine rağmen bu otomobilin içinde hiç sigara içmediğini iddia ediyordu ve öyle gibi de duruyordu.

Arabanın kaputunu açtığımızda meşhur Ford motorunu görme imkanını elde ettik. Tertemiz ve bakımlıydı. Ve de sorunsuz çalışıyordu.

 

Binip Karşıyaka sahilinde şöyle bir tecrübe turu yaptık. Arabanın fiyatı uygundu ve yürür aksamı da çok güzeldi. Diferansiyelinde, şaftında ses yoktu. Gaz yiyişi güzeldi. Direksiyonu biraz ağır olmakla birlikte sağa sola çekmesi, hızda balans vurması yoktu. Fiber kasadan kaynaklanan ve her Anadol’da rastladığımız küçük takırtılar bu arabada da vardı ama önemsizdi.

Beğenip küçük bir pazarlıktan sonra el sıkıştık.

Satış işlemleri için Karşıyaka’da çarşı içinde bir notere gittik. Noterde işlemleri bitirip hep beraber bir yemek yerken Karşıyaka Camii’nden ikindi ezanı okunuyordu. Bu havanın birkaç saat sonra kararacağına işaretti.

Vedalaşıp ayrıldık. Bornova’yı geçip Sabuncubeli’ne sardığımızda hava kararmaya başlamıştı.

Anadol’larda da çok kuvvetli kalorifer sistemi olduğu söylenemez. Ancak bizim Anadol’un kaloriferi İzmir içerisinde oldukça başarılıydı. Hatta camlarımızı azıcık aralamış ve üzerimizdeki ceketleri bile çıkarıp atmıştık.

Akhisar’ı geçip saat 21:00 sularında Balıkesir’e geldiğimizde yine bir mola vermeye karar verdik. Ana cadde üzerindeki birkaç lokanta vakit geç olduğundan kapanmıştı. Bir esnaf arka sokakta açık bir lokanta olduğunu, hem ucuz ve hem de leziz yemekler bulabileceğimizi söyledi. Oraya yöneldik.

Karnımızı iyice doyurup tekrar Anadol’a bindik. Aslında bu kadar yemek az sonra başlayacağımız gece yolculuğunda bize uyku olarak dönecekti, farkındaydık ama Balıkesir’in meşhur kaymaklı tatlısını da yemeden yola çıkmak olmazdı.

Bu defa direksiyona ben geçtim. Arkadaşım ağır gelen yemeğin etkisiyle arabaya biner binmez uyudu.

Balıkesir çıkışında sağda bir kamyon garajı ve önünde hoş bir kahvehane gördüm. Bu yemeğin üzerine içilecek demli birkaç bardak çayın bizi yine kendimize getireceğini düşünerek garajdaki kahvenin önünde durdum. İnip önce birer çay, üstüne de koyu birer neskafe içtik.

Garajdaki büfe açıktı. Burada aradığım şeyi bulabilirim sanıyordum. Öyle de oldu. Birkaç adet Gripin aldım, birisini oracıkta yuttum. Diğerlerini de torpido gözüne attım. Gripin içerisinde bulunan oldukça yüksek orandaki kafein uzun gece yolculuklarında çok güzel uyku açardı çünkü.

Yine arabaya bindik. Anadol’ların ilk modellerinde Lucas marka yuvarlak farlar vardı. Çok başarılı aydınlatma sağladıklarını söyleyemem. Daha sonraki modellerde bu far tipi dikdörtgen modele dönüştürülmüştü. Ancak aldığımız otomobilde farların tasları yıllar içerisinde kararmıştı ve aydınlatması zayıftı. Belki de o yüzden tamponun alt tarafına Hella markalı sis lambaları takılmıştı.

Bu sis lambalarının nereden yanacağını bir müddet aradım. Daha sonra direksiyonun alt taraflarında bulduğum tek çekmeli bir anahtarla bu lambaları da yakabildim. Yine de güzel bir görüş yakalayamamış olsak da idare edebilirdik.

Balıkesir’in çok meşhur bir piknik alanı olan Değirmen Boğazı rampasını çıkarken hafiften bir yağmur çiselemeye başlamıştı. Rampayı çıkıp da zirvedeki benzin istasyonuna yaklaşırken sağda ışıkları yanan bir Renault 12 polis arabası ve yol üzerinde el feneri ile sağa yanaşmamızı işaret eden bir polisi fark ettim.

Polis ehliyet ve ruhsatımızı kontrol ettikten sonra ilerideki rampalarda kar yağışı olabileceğini, gerektiği yerde zincir takmamızı tembihleyerek zincirimizin olup olmadığını sordu. Mecburen yalan söyledim. “Tabii ki var” diye cevap verince bize güvendi, zincirimize bakmadan bize yol verdi.

İzmir’de çalışmış bir otomobilde patinaj zinciri olması mümkün değildi. Kaldı ki mal sahibi bagajdaki avadanlıkları gösterirken öyle bir şeye rastlamamıştık.

Yol oldukça tenhaydı. Rampanın inişinde ilk karlar görünmeye başladı. Biraz ilerleyince de aniden kendimizi çok yoğun bir tipinin içerisinde bulduk. Görüş mesafesi oldukça düşmüş, farların ışığında parıldayan kar taneleri gözlerimi alır olmuştu.

Önümde seyreden yüklü bir Ford D1210 kamyonun peşine takıldım, vitesi de ikinci vitese düşürdüm. Yavaş yavaş yol da beyazlaşmaya başlıyordu.

Burada başka bir konuya değineyim. Bizim gençliğimizde otomobillerin pek çoğu arkadan itişliydi. Daha sonra Renault 12 modelinin Türkiye’de monte edilmeye başlanmasıyla yoğun bir önden çekiş propagandası başladı. Renault’cular önden çekişin çok daha iyi bir sistem olduğunu iddia ederler, benim gibi Amerikan otomobili taraftarları da önden çekişin sadece maliyeti düşürmek üzere Fransızlar tarafından uydurulmuş basit ve dengesiz bir sistem olduğunu savunurlardı.

Aslında her iki sistemin de biribirine üstün tarafları olduğunu söyleyebiliriz. Ama ben yine de arkadan itişli bir otomobilin daha dengeli bir sürüş sağladığını, özellikle de bu tip kötü havalarda, karlı, buzlu ve kaygan yollarda Anadol, Mercedes, BMW ve kuş serisi gibi arkadan itişli bir otomobille daha emniyetle seyredebileceğimi düşünürüm.

Bizim Anadol da benim bu düşüncelerimi doğrular tarzda karlı yol üzerinde çok çok güzel seyrediyordu. Üzerindeki Uniroyal markalı lastikleri de karlı yolda oldukça başarılıydı.

Yol iyice bembeyaz olduğunda önümdeki Ford kamyon da sağa sinyal verip kenara çekildi ve yolda tamamen yalnız kaldık. Kar aynı yoğunlukta devam ediyordu. İleride bir benzin istasyonunun ışıkları görünüyordu. Belki patinaj zinciri bulabiliriz diyerekten benzinliğe daldım. Arabadan inip markete girinceye kadar bembeyaz, kardan adam gibi oldum. Kaldı ki markette yağ, antifriz ve hidrolikten başka da bir şey yoktu.

Beklesek kar üzerimizi örtecek gibiydi. Biz beklerken yoldan birkaç otobüsle kamyon da geçtiğini görünce cesaretlendik. Kaderimize razı olup yeniden yola çıktık. Yol artık tamamen kar kaplıydı. İzmir’de bizi terleten kaloriferden de eser kalmamıştı. Tek devreli kalorifer motoru fabrika gibi ses çıkarmasına rağmen ön camın buğusunu bile çözemez hale gelmiş, arabanın içi de olabildiğince soğumuştu.

Anadol’un kuru zeminde gayet ağır olan direksiyonu kar üzerinde adeta hava takviyeli bir direksiyon gibi yumuşacık olmuştu. Artık direksiyon hareketlerine çok dikkat etmek ve de ani hareketlerden kaçınmak gerekiyordu.

 

Aynı şekilde gaz ve fren pedallarını da çok dikkatli kullanmak ani gaz ve frenlerden uzak durmak karlı yollarda araç kullanmanın temelini teşkil ediyordu.

Allah’tan yol oldukça bildiğim bir yoldu. Bu rampayı da indikten sonra Susurluk Çayı kenarına inecek ve Demirkapı köyüne gelecektik. Muhtemelen orada bu kadar yağış olmaz diye düşündüm. Daha sonra da Susurluk’ta vereceğimiz bir mola ile bu heyecanı giderebilirdik.

Rampayı ikinci vitesle ve de hiç frene dokunmadan yavaş yavaş indim. Yoldaki kamyonların pek çoğu yolun kenarına çekmişler tipinin geçmesini bekliyorlardı.

Bazı yerlerde hafif kaymalar yaşadıysak da kayda değer bir vukuat yapmadan düzlüğü bulduk. Burada da kar yağışı vardı ama tepedeki kadar değildi. Yoldaki kar üzerinde de zaman zaman siyah erime belirtileri görünüyordu.

Uzaktan Demirkapı köyünün ışıkları göründüğünde kar ve tipi tamamen kesilmişti. Yol kardan ziyade çamurla dolmuştu. Hatta yanımızdan adeta uçarak geçen V8 motorlu O303 Mercedes otobüsler bu çamuru olduğu gibi bizim ön camımıza yapıştırıyor, bizim zavallı sileceklerimiz bu çamuru temizleyinceye kadar birkaç saniye kör gidiyorduk.

Susurluk girişinde bu çamur da kayboldu. Yolun sağındaki Dayıoğlu Tesislerine mola vermek için girdiğimizde bizim tertemiz Anadol tanınmaz bir hale gelmişti. Ama onca kar-buz içerisinden yüzünün akıyla, kaymadan, yoldan çıkmadan geçmiş ve bizi buralara ulaştırmıştı.

Yaklaşık 30 kilometrelik bir aralıkta yaşadığımız bu macera bütün yola bedel olmuştu.

Bu arada Balıkesir’deki yemeğin ardından üzerimize çöken uykudan da eser kalmamıştı.

Tesiste birkaç çay içip ve de kahraman Anadol’umuzu yıkatıp zafer kazanmış bir kumandan edasıyla yola çıktık.

Yerli otomobil üretim tartışmalarının çoğaldığı şu günlerde Anadol bizler için büyük önem taşıyor bence. Her ne kadar İngiliz Ford altyapısı kullanılmış olsa da Anadol bizden bir otomobildi. O yıllarda montajı yapılan Renault 12 ve Murat 124 lere göre de farklı yapıları vardı.

Eklediğim resimler Anadol SL 1976 yılı el kitabı ve broşüründen alınmadır.

Herkese selamlar….

M.Ali Sade

2011

3 Comments

  • Belgesel tadında,
    anılar dünyasına kısa bir bakış,
    nerelerden geçtik sorusuna bir bakıma cevap gibi;
    hoş,
    bilgilendirici
    güzel biryazı.
    Elinize sağlık M.Ali Sade Üstad..

  • kitaba bir parça daha…

  • Oldukça güzel bir yazı olmuş, keyifle okudum.

    Sanki Erhan Bener’in Arabalarım kitabından bir bölüm daha okumuşum gibi hissettim.

    Elinize sağlık.

Comments are closed.