Reklam

Polyester

 Polyester
Reklam

Yıl 1992. Adem otomobilini satmak için, neredeyse bir aydır Cennet Mahallesi’ndeki oto pazarının yolunu aşındırır olmuştu. Bir kişi bile “bu en son kaça olur” diye sormamıştı. O pazar günü yine otomobilin içinde oturmuş müşteri beklerken iki kişi geldi, kendi aralarında konuşuyorlardı: ”İşte böyle bir şey olsa bizim işimizi fazlasıyla görür değil mi ağabey?”. Diğeri cevap verdi ama belli ki azıcık otomobillerden anlıyordu: “Bu ilk modellerin bagaj kapakları bulunmuyor. Orijinal İtalyan ya bunlar. Bak tekerleklere dört bijonludur. Hem de baksana bu nasıl kanser yaşamışsa cam altları bile çürümeye başlamış. Bunun her tarafında bu kanser vardır. Hele ki tabanında”. Adem cevap vermek istedi, ama adamlar hiçbir şey sormadılar, yürüyüp gittiler. Bu adam hangi camdan bahsediyor diye otomobilden indi. Hakikaten de arka camların alt kısımlarında, nikelajların hemen bitiminde kapı saçları küçük küçük kabarmıştı. Adem elindeki anahtarı biraz bastırınca anahtar içeri giriverdi. Saç tamamen çürümüştü. Diğer dört kapı da aynıydı üstelik. “Bir bu eksikti” diye geçirdi içinden. Sırtından soğuk bir ter boşandı. Otomobili zaten acil paraya ihtiyacı olduğundan dolayı satıyorken ve de parlak siyah boyası sebebiyle kolayca satabileceğini düşünürken bu çürük işi midesini bulandırıp onu korkutmuştu. Arabayı çalıştırıp pazardan çıktı. Zaten hava kararıyordu, eve doğru yollandı. Hâlbuki bu otomobili alırken ne zorluklarla almıştı. Bütün tanıdıklarından azar azar borç para almış, onları öderken de çok sıkıntı çekmişti. Satan fotoğrafçı ise arabayı öve öve bitirememiş, istediği zaman istediği paraya satabileceğinden bahsetmişti. Al işte, bir aydır soran dahi yoktu. İki defa gazeteye küçük ilan vermiş, oturduğu ev yakınlarındaki kahveye bile ilan asmıştı.

Müdür muavini Harun odacısından muhasebe servisinden Kenan’ı çağırmasını istedi. Kenan her ne kadar dairede muhasebe servisinde çalışsa da akşamları bir arkadaşının arabasında taksicilik yapan, neredeyse bir tamirciye yakın tamir işlerini bilen ve de özellikle de kullanılmış otomobillerin muayenesinden iyi anlayan birisiydi. Odacı gelince Kenan müdür muavininin ona bir angarya bulacağını anladı, elindeki işini bitirip Harun’un yanına gitti.“Gel otur”, dedi Harun ve hemen konuya girdi. “ Kenan ben ikinci el bir otomobil almak istiyorum. Ama piyasa malum, beni anında kandırırlar. Bu yüzden yardımına ihtiyacım var” derken cebinden çıkardığı Maltepe sigarasından Kenan’a ikram etti. Kenan: “Ne almayı düşünürsün müdürüm?” diye sorunca müdürüm hitabı hoşuna gitti. On beş yıldır burada muavin olmasına rağmen bir türlü terfi edememişti çünkü. “Bizim yandaki dairede müdür arkadaşım Talat var ya, işte onun makam arabasının aynısını istiyorum. Aynen öyle siyah olacak. Tabii azıcık da ondan temiz olmalı” Kenan: “ Müdürüm station arabayı ne yapacaksın, benim bildiğim birkaç tane temiz araba var, ben sana getiririm. Hem de hesaplı alırız” deyince Harun itiraz etti. “Hayır, ben aynen ondan istiyorum. Oto pazarına mı bakarsın, galerilere mi bakarsın, bul bir tane getir.” Kenan “Tamam, nasıl istersen öyle olsun” dedi, lafı uzatmadan. Yine bir angarya sahibi olmuştu.

Ertesi gün işyerinde konuşurken Adem arabasındaki çürükleri bir arkadaşı İlyas’a anlattı. Bu arkadaşının da babası eski otobüsçülerdendi. Arkadaşı :“Adem dert ettiğin şeye bak, onlar o kadar kolay yapılıyor ki para bile tutmaz. Akşam iş çıkışı babamın bir arkadaşı var, onun yanına beraberce gider, gösteririz” dedi.

İş çıkışında arabaya binip doğruca Topkapı Anadolu Garajı’nın arka tarafına geldiler. Burada otobüs tamircileri vardı. Kimi dükkânda O302 Mercedes otobüsün motoru indiriliyor, kimi dükkânda şanzımanlar sökülüp dağıtılıyordu. Adem daha önceden hiç görmediği bu sanayi sitesine hayran olmuştu. İlyas onu tabelasında “polyester atölyesi” yazan küçük bir dükkânın önünde durdurdu. Adem :“Hani burası kaportacı değil ya” diyecek oldu. Arkadaşı onu susturdu.”Sen anlamazsın, buradaki Burhan usta bu işlerin piridir. Her şeyi halleder. Ses çıkarma, senin yerine pazarlığı da yapacağım” dedi.

Burhan usta yaşlı ve nüktedan bir ustaydı. Çürüklere şöyle bir baktı. Sonra da elindeki tornavidayla kurcaladı, delikler iyice görünür oldu : “Sevgili kardeşim, aslında bu dört kapı sacının dördü de değişmeli. Fakat diğer taraflarındaki çürükler de yapılması gerektiğinden bu iş sana çok pahalıya patlar. Neredeyse bu arabanın ederi kadar masraf yaparsın, yine de bir şeye benzemez. Ama aslında bu çürükler olur. Ben bunları taşla iyice açarım. Sonra da üzerini polyester ile kapatırım. Renk Allah’tan siyah. Güzel bir işçilik sonunda sen bile buraların çürük olduğunu anlayamazsın. Ancaaak, bu otomobili polyester yapıldığı tarihten itibaren bir veya en çok iki ay içerisinde elden çıkartman lazım. Çünkü çürüklerin çok. Yamalarımız da büyük olunca çok uzun ömürlü olmaz. Polyesterler attıktan sonra ise tek çözüm bu kapı saclarının dördünün birden değişmesi. Bu arkadaşımın babasının hatırı için de senden sadece bir yemek parası alırım. Arabayı bıraktıktan iki gün sonra da gel, al” dedi. Teklif hesaplıydı. Ama bu bir ay işi Adem’in aklını kurcalamıştı. Zaten bir aydır kimse sormuyordu. Bir ay daha kimse alıcı olmazsa da araba hepten rezil bir hale gelirse diye aklından geçirdi. Daha sonra beyninde bir şimşek daha çaktı. Hadi bir ay içerisinde sattı satmasına da polyesterler dökülüverince alan adam kapıya dayanıverse ne diyebilirdi. “Ustam teklifin mantıklı, bana da uyar. Ama bana bir gün müsaade et, yarın ben sana kararımı söyleyeyim” dedi. Arabaya bindiklerinde arkadaşı : “Adem neden çekindin anlamadım. Usta güzel bir teklifte bulundu değil mi?” diye sorunca Adem düşündüklerini arkadaşına anlattı ve “İçim çok rahat değil, azıcık düşünmem lazım, sattığım adama bu polyesterleri söylemem lazım. Yoksa onu kandırmış olurum” dedi. Arkadaşı: “Adem düşündüğün şeye bak. Millet ne arabaları satıyor. Hem satman için de ben sana yardımcı olurum. Benim İncirli’de oto galerisi işleten bir akrabam var. Onlar bu otomobili sana göre daha kolay satabilirler” dedi. Bu teklif de Adem’in hoşuna gitmişti. Evet, olabilirdi. Galericiye de cam altlarını polyester yaptırdığını açık açık söyleyerek onları kandırmamış olurdu. Hafta sonuna otomobili ustaya bırakmak üzere anlaştılar.

Kenan o hafta sonu Cennet mahallesinde kurulan oto pazarına gitti. Hâlbuki bir sürü de işi vardı ama yine de müdür muavinine uygun bir şey düşürebilir miyim düşüncesi ağır bastı. Bütün pazarı gezdi ama onun istediği siyah station otomobili bulamadı. Hatta başka renk olanı bile yoktu.

Pazartesi günü Harun Kenan’ı çağırıp “Ne oldu Kenan, bakabildin mi?” diye sordu. Kenan: “Müdürüm bütün oto pazarını tek tek dolaştım, senin istediğinden bir tane bile yoktu. İstersen başka marka siyah stationlar var. Hatta birkaçının telefon numaralarını da aldım, arar konuşuruz” deyince Harun sinirlendi. “Kenan, ben sana beğendiğini al demedim. Yan dairenin müdürünün siyah station otomobilinin aynısından istiyorum dedim” diyerek azarladı. Kenan gittikten sonra da kendi kendine “Bir halt bulacağı yok bunun” diye söylendi. Kenan da sinirlenmişti. Yerine gidince sessizce ”Bana ne ulan senin alacağın arabadan, git kendin bul bakalım o kadar biliyorsan” dedi.

Burhan usta işi bitirmişti. Çürükleri polyesterle kapatmış, üzerlerine de hiç belli olmayacak şekilde siyah boya ile yamasını yaptırmış ve hatta otomobile ufak yollu bir cila bile attırmıştı. Adem otomobilini görünce çok beğendi. Gerçekten işçilik çok güzeldi. Burhan usta Adem’e : “Evladım, cam diplerini yaptım. Ama sol ön çamurluk ağzı ile bagaj kapağında da aynen bunlar gibi çürümüş kocaman yerler vardı. Onları da yaptım. Diğer taraflar için senden ayrıca para istemiyorum. ” dedi. Ve “Ayrıca bunu satacaksan şu ileride, Merter’de, çok ucuz oto koltuk kılıfı satan seyyarcılar var. Git onlara, şöyle rengârenk bir kılıf al. Paspas da var onlarda. Bir takım da paspas al, arabanın içi de dışı gibi gösterişli olsun” diye akıl da verdi. Adem oradan doğruca Merter’e yollandı. Ustanın tembihlediği gibi canlı renkler taşıyan hem güzel ve hem de ucuz bir kılıf beğendi. Bir takım da kauçuk paspas alınca otomobilin iç havası değişmişti. Artık ertesi gün İlyas ile galericiye gidip arabayı bırakabilirdi.

Galeriden içeri girince Adem ile İlyas’ı orada görevli bir bayan eleman “Buyurun, hoş geldiniz” diyerek karşıladı. İlyas “Biz Şehmuz ağabeye bakmıştık” dedi ve üst kattaki yazıhaneye yöneldi. Şehmuz orta yaşlarda göbekli, şık giyimli birisiydi. Adem onu görünce “Bu gerçekten iyi bir galerici olmalı” diye aklından geçirdi. Şehmuz İlyas’ı çok sıcak karşıladı. Çay ve sigara faslından sonra konuya girdiler. İlyas: “Şehmuz ağabey, Adem’in 1982 model siyah renkte station bir arabası var. Aşağıda duruyor. Bunu satmak istiyormuş ama bir türlü müşterisini bulamamış. Biz de bu işlerin piri olman sebebiyle sana geldik. Bize bir yardım et” dedi.

Şehmuz otomobilin anahtarlarını Adem’den aldıktan sonra onları karşılayan kadına uzatarak, “Kızım Hüseyin’e söyle, aşağıda İlyas beylerin bir arabası var, onu bir kontrol etsin” dedi. Adem: “Şehmuz ağabey ben arkadaşa şeyi söyleyeyim de “ diyerek polyesterleri söyleyecek oldu. Ama Şehmuz: “Arkadaşım, sen bizim işimize karışma. Hüseyin ne var ne yoksa bulur çıkarır” diyerek Adem’i susturdu. Adem İlyas’a baktı. İlyas da kaş göz işaretleriyle ona susmasını tembihledi. Yaklaşık on beş dakika sonra Hüseyin kapıda göründü. “Şehmuz Bey, kaporta ve boya iyi, motor da fena sayılmaz, şanzıman ve diferansiyelde ses yok, direksiyon iyi. Sadece sol ön amortisörde yağ sızıntısı var” diyerek anahtarı masanın üzerine bıraktı ve gitti. Adem yine de polyesterleri söyleyerek kendi vicdanını rahatlatmak istedi. “Şehmuz Bey, ben bir şey söyleyeyim” derken Şehmuz “Söylenecekleri Hüseyin söyledi. Biz yıllardır bu işleri yapıyoruz, hayatta kül yutmayız” dedikten sonra İlyas’a dönerek “Bana geldiğinize göre paraya hemen ihtiyacınız var anladığım kadarıyla” dedi. İlyas da “Evet, onun için sana geldik ağabey” derken Adem’e baktı. Adem de başını sallayarak onayladı. Hâlbuki o arabayı buraya bırakıp satılınca parasını almayı umuyordu. Bu teklif hoşuna gitmişti. Şehmuz “Aklınızdan geçen bir para var mıydı sizin?” diye sordu. Adem otomobili iki yıl önce on bir milyona almıştı. Pazarda satmaya çalışırken de üzerine yirmi iki milyon yazmıştı. Bunun iki milyonunu pazarlık payı olarak bırakmıştı. Galerici birden soruverince bir şey diyemedi. “Siz ne uygun görüyorsunuz?” dedi. Şehmuz biraz düşündü ve sonra “ Araban temiz ama biraz hata da varmış, fakat seni İlyas yeğenim getirdiği için onun da hatırına binaen on milyonluk bir haftalık çek vereyim. Üzerine de şimdi yirmi milyon edecek kadar Mark vereyim anlaşalım” dedi. Adem hayal gördüğünü sandı ama gerçekti. Şaşkınlıktan elleri titremeye ve terlemeye başladı. Aralarında yalandan bir protokol yaptıktan sonra Marklarını da alıp galeriden çıkarken dönüp arkaya baktı. Otomobilini galerinin önüne çekmişlerdi bile. Çok da güzel duruyordu. Ertesi gün de noterden çıkarttığı satış vekâletini galeriye götürüp verdi.

Birkaç gün sonrasında Kenan iş çıkışı çalıştığı taksiyi teslim almak üzere Tozkoparan’daki durağa gitti. Durağa geldiğinde arabasının işte olduğunu öğrendi, diğer arkadaşlarıyla sohbete başladı. Onlara müdür muavininin istediği otomobilden bahsetti. Otomobili oto pazarında bile aradığını, ama bulamadığını söyledi. Arkadaşları “Yahu senin müdürün esnaf mı, station arabayı ne yapacakmış?” deyince Kenan biraz da sitemle “Ben ne bileyim arkadaş, adam siyah station diye tutturdu. Beni orada idare ediyor. Onun sayesinde buralara kaçıp çalışabiliyorum. Yoksa çoktan terslerim ama” diye cevap verdi. Derken arabası işten döndü. Mal sahibinden taksiyi devraldı ve sırası gelince de Aksaray’a bir müşteri alıp duraktan ayrıldı. O gün şansı yerindeydi. Oradan bir de İncirli müşterisi çıkmıştı.

Müşteriyi bırakınca gözü karşıdaki galeriye ilişti. O da ne, işte aradığı otomobil aynen oradaydı. Hemen galerinin önüne taksiyi park edip içeriye girdi. Kenan’ı da Adem ve İlyas’ı karşılayan kadın karşıladı. Ondan station konusundaki bilgileri aldı. Otomobili bir anlattı ki Kenan bile hayret etti, sanki sıfır kilometre bir otomobili anlatıyordu. Kendisi de otomobili biraz inceledi, beğenmişti. Ertesi gün müdür muaviniyle beraber gelmek üzere anlaştılar.

Hikâyenin devamı biraz uzun. O yüzden olayları bundan sonra birazcık kısaltarak anlatıyorum.

Harun otomobili görünce bayıldı, çok hoşuna gitti. Hayallerini süsleyen otomobile kavuşmuştu. Şehmuz Bey ile çok sıkı bir pazarlık sonucu on milyon peşin ve kalanı da altı ay sonra olmak üzere elli milyon liraya anlaştılar.

Bir buçuk ay sonra polyesterler Burhan ustanın dediği gibi patır patır dökülüp gitti. Cam dipleri neredeyse el girebilecek kadar delikti. Ayrıca arka bagaj kapağı ve çamurlukta da kocaman delikler ortaya çıkmıştı. Harun ve Kenan arabayı kaptıkları gibi galeriye götürüp attılar. Borçları olduğu için Şehmuz arabanın devrini onlara vermemişti zaten. Peşin verdikleri paranın ancak yarısını ve altı ay sonra ödeyecekleri senetlerini kavga-dövüş ve polis çağırma tehdidi ile geri alabildiler. Harun bir daha station otomobil almamaya ve Kenan’ı da aracı yapmamaya kendi kendine yemin etti.

Adem bir hafta sonra çekini bozdurup parasını aldı. Oradan gelip geçtikçe galeriye de bakıyordu. Önceden birkaç defa otomobilini galeride görmüş olsa da daha sonra görmemişti. Herhalde satıldı diye düşündü. Üç dört ay geçti, galerinin önüne kırmızı renkte Adem’in otomobilinin aynısından bir otomobil geldi. O da birkaç ay kalıp kayboldu.

Aradan neredeyse bir yıl geçti. Adem bir gün arkadaşları ile konuşurken İlyas: “Adem, Şehmuz ağabey seni hiç aradı mı, otomobilin devrini sattığın adama vermişler mi?” diye sordu. Yanlarındaki diğer arkadaşı lafa girdi: “Aman kardeşim o işi takip et, senin araban bir suça karışır, birisini çarpar öldürür, ruhsat sahibi sensin, gelir seni bulurlar. Sorumlu sen olursun” dedi.

Adem galericilerle yüz yüze gelmekten çekindi. Telefon kulübesine gidip cebindeki kartvizitten galeriyi aradı. Şehmuz telefonda Adem’e ateş püskürdü : “Kardeşim sen bizi çok feci kazıkladın. O otomobilin her tarafının polyesterle kapatıldığını da biliyordun.” deyince Adem: “Ama Şehmuz ağabey ben sana iki defa polyesteri söyleyecek oldum, sen de bana sen bizim işimize karışma. Hüseyin ne var ne yoksa bulur çıkarır demedin mi? Ve hatta ben bir şey demeden bu araba şu kadar eder demedin mi?” deyince Şehmuz iyice sinirlendi. “O şerefsiz Hüseyin’i de kovdum zaten. Senin o rezalet arabana bir sürü masraf yaptım. Kırmızı renkli bir hurdasını bulup kapılarını, kaputunu ve bagaj kapağını değiştirdim, daha berbat oldu. Bir kaportacıya verip yaptırdım, çuvalla para ödedim, yine satılmadı. En sonunda da Küçükçekmece’de hanımın akrabası olan bir pazarcıya yok bahasına taksitle sattım” dedi. Adem, biraz sessiz kaldı ve :“Şehmuz Bey ben şu anda Zeytinburnu Polis Karakolu’nun tam önündeyim. Arabam çalındı diye dilekçe vereceğim. Bu işten sen zararlı çıkarsın. Sattığınız pazarcı her kimse yarın gelsin de arabanın devrini vereyim” dedi. Şehmuz muhtemelen okkalı bir küfür etti ama sinirden ne dediği anlaşılmadığından Adem de anlayamadı. “Tamam, kardeşim, pazarcı yarın senin yanına gelir, devri alır. Ben bunca yıllık galericiyim böyle kazık yemedim, lanet olsun” dedi.

Bu hikâye karşılıklı uyanıklıklar üzerine yaşanmış gerçek bir hikâyedir. Teknik, kanuni ve vicdani olarak çıkarılacak dersleri siz değerlendiriniz. Özellikle ikinci el araç alım satımlarında gerçekten çok dikkatli ve tedbirli olmak gerekir. Dikkat ederseniz satılan otomobilin markasından da hiç bahsetmedim. Ama ipuçlarını kolayca tahmin edebilmeniz için verdim.